Memleketimden Kadın Manzaraları, çok değerli Zehra İpşiroğlu’nun daha dumanı üstünde oyun metni. İpşiroğlu, tiyatro alanında şimdiye kadar pek çok çalışma ortaya koydu. Hepsi de birbirinden değerli. Bu son çalışması da bunlardan biri. Oyunun hikâyesini anlatmayalım ama genel olarak konusu kadınların güncel durumu. Oyun, günümüzde kadına dayatılan koşulları başka bir deyişle kadına karşı şiddeti işliyor.
Hemen hemen her gün gazete, internet ve televizyon haberlerinden, kadınların nasıl bir şiddet ortamında yaşadıklarına dair haberler okuyoruz. Bu haberler bazen absürt bir hikaye gibi gelebiliyor kulağa. Örneğin şort giydiği için bindiği minibüste tokatlanan genç kadının hikayesi bir yanıyla absürt bir gerçekliğin içindeymişiz gibi bir algı oluşturuyor, çünkü yaşanılan şiddete temel oluşturan gerekçe öylesine anlamsız, öylesine çağ dışı ki. ‘Bu yüzyılda, kadının maruz kaldığı duruma bak’ dedirten cinsten. İşte Memleketimden Kadın Manzaraları tam da bu yaraya parmak basıyor.
Kara Mizah tarzında yazılan oyunun kurgusu aslında son derece gerçekçi bir şekilde başlıyor ancak oyun ilerledikçe kadınların maruz kaldıkları durumlar ve bizzat içselleştirdikleri görme biçimleri öyle bir tasvir ediliyor ki, oyun absürtleşiyor. Oyunda işlenen bazı olaylar bir yandan “yok artık” dedirtiyor. Fakat, üzücü yanı, düşününce tüm bu “yok artık”ların hep gerçekte yaşanmış, medyaya yansımış, pek çok kadının mutlaka duyduğu ya da karşılaştığı durumlar olmaları. O zaman da, aslında içinde yaşadığımız gerçek koşulların nasıl absürt olduğu bir kez daha acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor. Oyunun gösterdiği bu acı gerçek kara mizahın karasını, “yok artık” dedirten yerler ise mizahını belirginleştiriyor.
Sayın İpşiroğlu, oyunu belgesel tiyatro olarak tanımlamış. Oyun metni, gazete küpürleri, haberleri ve röportajlar gibi belgelerden faydalanılarak yazılmış. Okuyucu da kolaylıkla olayların hepsini günümüzde duyduğumuz pek çok gazete haberiyle eşleştirebilir. Ya da oyundaki bir karakterin yaptığı yorum, sokaktaki her hangi bir vatandaşın ağzından duyulabilir. Örneğin oyunda ağabeyi öldürülen Kader adlı genç kadının dile getirdiği düşünceler, toplumsal yaşamın her alanında birebir dillendirilebilen düşünceler. Dolayısıyla oyun gerçekten günümüz Türkiye’sinde kadınların içinde bulunduğu tabloyu gerçeklere dayanarak ortaya koyuyor. Bu yanıyla da belgesel olarak nitelenmeyi hak ediyor.
Belgesel tiyatro tanımı oyunun dili ve kurgusuyla da pekişiyor. Dil kullanımı öylesine gerçekçi ifade edilmiş ki, oyun kişilerinin içselleştirdikleri görme biçimleri tüm çarpıklığıyla görünürleşiyor. Şiddeti nasıl mantığa büründürdükleri, ne gibi gerekçeleri içselleştirdikleri, modern yaşamla uyumlu görünüp aslında nasıl tam tersi bir zihniyeti yeniden ürettikleri, nasıl bazı kavramların içini boşalttıkları ya da söylemleri çarpıtarak, değiştirerek ataerkil gerici bir zihniyeti köklendirdikleri hep oyun diliyle ortaya konuyor. Bu dil gerçekte de böyle. Örneğin televizyonda, internette veya başka bir medya alanında aile danışmanı ya da yaşam koçu olarak görünen birinin ‘erkeğin fıtratında çok eşlilik vardır’ diye bir cümle kullanması günümüzde son derece mümkün. Ancak aslına bakılırsa da bu kişilerin demokrasilerde var olan ifade hakkını kullanarak anti-demokratik bir düşünceyi seslendirdikleri, kendi kendileriyle çeliştiklerini fark etmedikleri, tutarlılığı da zaten önemsenmedikleri görülüyor. Erkeğin fıtratında bu vardır diyerek, kadını maruz kalacağı ilişki biçimine mecbur kılmak, onun bu düşünceyi içselleştirmesini sağlayarak var olan ataerkil yapının güçlenerek pekişmesini sağlamak bugünün Türkiye’sinde toplumsal alanda her an üretilen bir şey.
Kadına dayatılan bu koşullar tüm gerçekliğiyle yansıtılırken aynı zamanda eleştirel bir tutum görünür oluyor. Oyun açıkça bu koşulları rahatsız edici bir şekilde absürtleştirerek sunuyor. Apaçık ortaya konan absürt gerçeklik okuyucunun/ izleyicinin karşısında tüm rahatsız ediciliğiyle dururken, sunulan tabloyu eleştirmemek imkansız. Elbette okuyucu/izleyici de bu çarpıklığı görmeye ve bunun üzerine düşünmeye mecbur kalıyor. Ancak eleştirel tutum belirli bir yönlendirme içermiyor, tüm alımlayanlar kendi görüşleriyle serbest bir şekilde eleştiri sürecine dahil olabilir.
Oyun aynı zamanda iki farklı anlatım biçimine de sahip. Gerçek olaylara dayanan sahnelerin arasında iplerle yapılan düşsel dans sahneleri var. Bu sahneleme biçimi gerçekliğin simgesel bir dille yeniden anlatımını yapıyor ve aynı zamanda bir sonraki sahneye dair göndermeler içeriyor. Bu sahnelerde oyun kişileri iplerle dans ederken tarif ediliyor, ancak bu ipler, tüm oyun kişilerini bağladığından, hepsi bir kukla ustası tarafından kontrol ediliyormuş izlenimi veriyor. Tüm oyun kişilerinin kukla gibi sunulması ise, kontrol mekanizmasını elinde tutan gücün ne olduğuna dair düşünmeyi mecbur kılıyor. Okuyucu ya da izleyici kadınların maruz bırakıldıkları şiddet ortamının ve kültürünün gerçek nedenlerini düşünmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla, yazarın simgesel bir dille yabancılaştırma efektini kullandığı ve oyunun Brechtyen bir çizgide inşa edildiği söylenebilir.
Oyunun final sahnesi de iplerle dans sahnelerinden biri ancak bir açıdan onlardan farklı. Dans sahneleri simgesel bir anlatım içerse de, gerçek yaşamla ilgili bir durumu ortaya koyuyor. Ancak final sahnesi kadınların kurtuluşuna dair hayali bir tablo çizerek, onların bu kıstırılmışlıktan özgürleşebileceklerini resmediyor. Dolayısıyla ütopik bir finalle karşı karşıyayız. Gerçek yaşamda kadınlar bu ütopyadan uzak. Yine de içimizi acıtan kara mizah bir metnin umutlu bir yöne evrilmesi adeta yüreklerimize su serpiyor.
Yazarın kadın temasını işlediği başka çalışmaları da var. Lena, Leyla ve Ötekiler adlı oyunu Bakırköy Belediye Tiyatrosu tarafından iki yıldır İstanbul’daki izleyicelerle buluşuyor. Yine geçen yıl yayınlanan ve Duygu Asena Ödülü’nü alan Haneye Tecavüz adlı belgesel roman, Özgürlük Yolları, AydınlananYollar, Tabular, Korkular, Kadınlar adlı çalışmaları da kadın temasını işleyen farklı türlerde yazılmış çalışmaları arasında.
Oyun, sadece Türkiye’de değil, Avusturya’da da Thomas Sessler Ajans ve Yayınevi tarafından yayımlandı. Almanca’ya çevirisini ya da oyunun yeniden yazımını da yine yazarın kendisi yapmış.
“Almancaya da çevirdim, daha doğrusu yeniden yazdım. Yeniden yazdım diyorum, çünkü özellikle oyundaki kara mizahı yabancı izleyicinin daha iyi alımlayabilmesi düşüncesi, birtakım düzenlemeler yapılması gerektiğini koşulluyordu. Aylarca metnin dili üzerine çalıştım, özellikle Neonazilerin kullandıkları yaygın söylemden yararlandım.”(*)
Bu ifadeler oyunun çeviri sürecinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Almanca metinde oyun adı değiştirilerek Namusunuzu Koruyun! (Hütet Eure Ehre) olarak basılmış. Üstelik ajans oyun metnini 700 tiyatroya göndererek, oyunun tanıtımına ciddi bir destek ortaya koymuş. Aynı zamanda oyun, Autorentage’da seçilen 3 oyun arasına girmeyi başârârak, Viyana Burg, Deutsches Theatre Berlin ve Zürich Schauspielhaus tarafından sahnelenme ihtinmalini elinde tutuyor. Bu çok güzel bir haber, elbette oyunun yurt dışında sahnelenmesi ülkemiz adına gurur verici olur, ancak Sayın İpşiroğlu oyunun Türkiyeli izleyicilerle buluşmasını çok önemsediğini söylüyor. Pek çok genç tiyatrocunun, kadın meselesini işlemek isteyen grupların bu metne bakmalarında fayda var. Üstelik metnin kara mizah tadının sahnelendiğinde çok daha etkili ortaya çıkacağı aşikâr. Umarız bu yazı da bazı grupların merak edip metne bakmalarına vesile olur.
(*) Zehra İpşiroğlu, Memleketimden Kadın Manzaraları, Mitos Boyut, Oyun Dizisi 581, İstanbul, 2017, s.61.