Zehra İpşiroğlu’nun yazdığı, Ayla Algan’ın yönettiği “Lena, Leyla ve Ötekiler” oyunu Türkiye’nin önde gelen şehir tiyatrolarından biri olan Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun 2014- 2015 sezonunun yeni projelerinden biri.
İpşiroğlu, tiyatro kuramında Türkiye’nin önde gelen isimlerinden birisi. Uzun yıllardır Almanya’da yaşamasına, orada öğretim vermesine karşın Türkiye’deki tiyatro öğrencilerinin onun kitaplarını okumadan ondan dersler almadan tiyatro dünyasında yer etmesi düşünülemez. İpşiroğlu’nun kırk yıla yaklaşan edebiyat- tiyatro serüveninde kuram boyutunun dışında oyun yazarlığı da bulunuyor. Mitos Boyut yayınlarından çıkan son kitabı iki oyundan oluşuyor. Bunlardan biri de “Lena, Leyla ve Ötekiler”.
Bir araştırma projesi üzerine kadınlarla yapılan röportajlar sonunda yazarın ortaya çıkardığı oyun metni, belgesel tiyatronun özelliklerini taşıyor. Kimlik sorunu etrafında gelişen oyun metni; göç, din ve kadın temaları ile besleniyor. 1980’lerin sonunda Sovyetler Birliğin’den Türkiye’ye aşkının peşinden gelen Lena, burada zamanla kendi kimliğini kaybederek başka birisine (Leyla) dönüşür. Lena’dan Leyla’ya doğru gerçekleşen bu dönüşüm, hem bireysel hem de toplumsal kimliklerin bütünsel bir dönüşümü oluyor. Dönemin Ukraynası’nda Hristiyan bir kadın olan Lena’nın hikayesi, Türkiye’ye geldiğinde adının Leyla’ya dönüştürülmesiyle başlar. İstanbul’un varoş bir semtinde yaşamaya mecbur kalan karakter, ülkesinde gördüğü eğitimi herhangi bir şekilde tamamlayamaz. Kocasının ve toplumun baskısıyla din değiştirmek zorunda kalır. Yeni bir ülkeye göç, onu toplumsal statüde bir kadın olmanın ötesinde anne olarak tanımlanmasına neden olur.
Özellikle varoş bir mahallede kadın kimliğinden önce anne kimliği gelmektedir. Kocası Mustafa, çocukları Mehmet ve Ramazan’ın adlarından da anlaşıldığı gibi İslami referansları ön planda tutulan Leyla kimliği aslını kaybeden ve kendine yabancılaşmış bir kişiyi vurgular. Lena adının da Hristiyan dininde özel bir anlamı vardır. İsa’nın karısı olarak bilinen ya da öyle düşünülen Magdalena, Lena kimliğini de içinde barındırır. (Ya da yazar öyle düşünmüştür.) İpşiroğlu’nun Lena ve Leyla kimliklerini birer sembol olarak düşündüğümüzde bütün kadınlar ötekiler olarak adlandırılabilir. Eş, anne, kız kardeş gibi kadının bütün toplumsal rolleri düşünüldüğünde erkek egemen toplumun ötekileri olarak görülmesi hiç de yanlış sayılmaz. Özellikle geleneksel- kapalı toplumlarda bu roller, oluşturulan toplumsal yapıda kadının öteki olarak yer etmesine neden olur. Yazarın da oyunun adıyla vurguladığı bu yaklaşım, belgesel tiyatronun gerçekçi yanı ile bütünleşince ortaya sahnelenmesi pek de kolay olmayan bir oyun çıkarıyor.
Oyunun yönetmeni Ayla Algan, metni dramatik yanı düşünüldüğünde önemli çatışma noktaları üzerine kurmaya çalışıyor. 85 dakika süren tek kişilik bu oyunda kadının ülke değiştirdikten sonra farklılaşan statüsü ve psikolojik durumu yönetmenin sahnelemedeki odak noktalarını oluşturuyor. Algan, belgesel tiyatronun ögelerinden projeksiyonu kullanarak oyun metnindeki röportaj bölümlerini sahneye taşımış ve karakterin sahne üzerindeki Leyla kimliği ile projeksiyondaki Lena kimliğini çatışmanın iki ucu olarak düşünmüş. Yaşanan bu içsel çatışmanın sahne üzerindeki yansıması her iki kimliğin sözel atışması olarak yansıtılmış. Leyla üzerinde daha belirgin hissedilen bu gelgitler, belgesel gerçeklik ile kurmaca gerçeklik arasında bir çelişki ortaya çıkarıyor. Seyircinin oyun yapısındaki bu çelişkiyi fark etmesi oyunun alımlanma güçlüğünü de beraberinde getiriyor.
Buna karşılık Algan’ın sahnelemede oluşturduğu güzel ayrıntılar da var. Din değişimi anlatımında istavroz çıkarma ile elleri açıp dua etmenin birbirine karıştığı sahne, Magdelena adının yarattığı çağrışımın vurgusu yönetmenin yazarın temasını güçlü kıldığı noktalar olmuş.
Fiziksel aksiyonun sınırlı olduğu oyunda Cihan Bıkmaz Eresen’in seyirciyle arasında belirsiz bir ilişki ortaya çıkıyor. Gerçek ile kurmaca arasındaki belirsizlik yönetmenin net bir karar verememiş olmasından kaynaklanıyor. Eresen’in tek perdelik oyunda sesini kullanmada sorun yaşadığını gözlemliyoruz. Oyunun en büyük göstergesi olan duvar ise oyuncu ya da yönetmen tarafından yeterince etkili kullanılmıyor.
Dekor tasarımında Suzan Erbilen’le çalışan Algan, sahne gerisinde diagonal açılan ve üç boyut yaratma düşüncesindeki duvarı tasarlamış. Duvar üzerine oyun boyunca Leyla’nın çatışma yaşadığı geçmiş kimliği Lena’nın görüntüsü veriliyor. Sahnede tabure, tırmanma çukuru ve baş örtüsü dışında herhangi bir nesne de yok. Sahnedeki yalınlığa karşın duvarın lekeli görüntüsü karakterin iç dünyasının karmaşası olarak düşünülmüş. Yakup Çartık’ın bu karmaşayı ve hapsolunmuşluğu yine duvara yansıttığı oda ve hapishane görüntüleri izliyor. Sahneyi üçe bölen lokal ışık değişimlerle beraber verilerek ışıkta yalınlık temayı destekler nitelikte.
Sezgin Gezgin’in yaptığı müzikler atmosfer oluşturma çabasını fazlaca belli ediyor. Yapay bir etki yaratan müzikler, seyircide ne bir özdeşim kurma imkanı ne de yabancılık hissi uyandırıyor.
Yazanı, yöneteni, oynayanıyla kadını ve kadınlık sorunlarını vurgulayan oyunda belgesel ile kurmaca arasında yaşanan belirsizlik bize yabancı olmayan bir konunun seyirci tarafından algılanmasını zorlaştırıyor. Kadının kendini bireysel ve toplumsal açıdan sorgulamasını amaçlayan oyun, sahneleme aşamasında seyircisinden uzaklaşıyor.