Son zamanlarda hep veda yazıları yazıyorum. Hocam Şara Sayın, eski dostum Ahmet Cemal, şimdi de yine eski dostlardan Hasan Anamur. Her veda ile birlikte geçmişten bir parça gidiyor…
Yıl 1980: Darbe sonrasının korku dolu ve hüzünlü atmosferi. Yurtdışına gitmenin yollarını arıyorum. Berlin’i hayal ederken kendimi birden rotasyonla Bursa’da buldum. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesinde bölüm başkanı olmuşum ama başkanlık, umurumda mı, şu kışla bozuntusu üniversiteden bir kurtulabilsem… Kaldığım lojman farelerin cirit attığı, rutubetli iç kapayıcı bir yer. Duvarlara yapıştırdığım tiyatro afişleri ve renk renk Paul Klee resimleri bile işe yaramıyor. Ama yukarı kattaki erkekler lojmanındaki komşularım harika: Hasan Anamur ve Ali Özçelebi. Konuk ve yardımseverlikleri olağanüstü. Kendimi kötü duyduğumda, içim daraldığında, birileriyle konuşmak istediğimde onlara sığınıyorum; özellikle de bana daha ilk andan dostluk elini uzatan ve beni bu iç kapayıcı atmosferde hiç yalnız bırakmayan Hasan’a. Hasan Ankara’dan geliyor ama çoktan Bursalı olmuş. Öğrencilerle “Keşanlı Ali Destanı”nı sahneliyor. Provalara gidiyorum. Gençlerin coşkusu, Hasan’ın işe dört elle sarılışı, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda oyun sahnelendiğindeki inanılmaz heyecanı nasıl unutabilir. Akşamları da çoğu kez birlikteyiz. Bursa’da tanıdıkları var Hasan’ın, beni tanıştırıyor, kendimi orada yabancı duymamam için elinden geleni yapıyor. Yaşama bağlılığı, tiyatro aşkı, esprili hali hoşuma gidiyor. Ama en önemlisi bana gösterdiği yakınlık ve dostluk. Hayatta çok şey unutuluyor ama dostluklar unutulmuyor. İstanbul’da da eşiyle tanışıyorum, şurada burada bir araya geliyoruz. Yaklaşık on yıl sonra İstanbul Üniversitesi’nde Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümünü kurduğumda Hasan’a da bizde ders vermesini rica ediyorum. Seve seve kabul ediyor. Kimbilir ne çok öğrencimize katkısı olmuştur.
Yıldız Üniversitesi’nde Çeviri Bölümü’nü kuran Hasan Anamur’un çevirileriyle, yazılarıyla tiyatroya katkıları çok. En güzeli de gençlerle kurduğu hiç de otoriter olmayan dostça iletişim. Üst düzey bir dergi olarak gördüğüm Teb Oyun dergisini çıkartıyor Tijen Savaşkan’la. Tijen çok yaratıcı bir insan ama onun da bana benzeyen bir yanı var, otoriter insanlarla yıldızı barışmıyor. Hasan’la çok verimli bir ikili oluşturuyorlar. Beraberlikleri derginin giderek yeşermesine yol açıyor. En son yazı kurulu toplantısında gördüm Hasan’ı. Birkaç yıl önce geçirdiği kalp krizini anlatıyor, nasıl öyle bir anda araba kullanarak kendini hastaneye attığını. Eskiden olduğu gibi keyifle yemek ve içkisini ısmarlıyor ama yiyemiyor. Öylesine zayıf ki kopacak. Zaman ve hastalıklar herkese eşit davranmıyor ne yazık ki. Yine de ipin ucunu bırakmıyor, dergi ve derginin sorunlarıyla sonuna kadar ilgileniyor.
Bir tanıdığımız, sevdiğimiz, arkadaşımız öldüğünde onu tanıyanlar tanımayanlar, sevenler sevmeyenler mutlaka güzel bir şeyler söylerler, kimi içtendir hemen hissederiz bunu, kimi de klişedir. Sonra her şey unutulur gider. İşte gerçek ölüm o kişi belleklerden silindiğinde başlar. Ölümün en acı yanı da bu olmalı. Ama Hasan eminim sadece onunla yolu kesişenlerin anılarında kalmayacak, çevirileri ve yazılarıyla da uzun süre yaşayacak.