“Anne” dizisinin kuşkusuz en ilginç yanı anneliğin kan bağına bağlı olduğu ideolojisini kırmasıdır. Kimdir gerçek anne çocuğu dünyaya getirmiş olan sonra da ona sahip çıkamayan öz annesi mi yoksa bu çocuğa yürekten bağlanarak emek veren, onun insanca yaşaması için mücadele eden koruyucu anne mi? Öz anne ile koruyucu anne arasındaki amansız mücadele koruyucu annenin çocuğu almasıyla mutlu bir son bulur.
“Dizi Pusulası, Dizi Eleştirisinin Temelleri” kitabımı yazma sürecinde izlediğim TV dizilerinin içinde gerek konu, gerek kurgu ve oyunculuk açısından en başarılı bulduğum dizilerin başında bir Japon dizisinden uyarlanan“Anne” dizisi geliyor. Dizi çocuğa karşı şiddet gibi gündemimizden hiç çıkmayan bir konuyu cesurca gündeme getirdiği gibi şiddeti onaylayan ataerkil zihniyeti de sorguluyor. Öte yandan yerli dizilerden hiç eksik olmayan “anne” izleyicisine de ezber bozan bir bakış getiriyor. Bu yönüyle iki yıl önce gösterilen bu diziyi, nitelikli dizi görmek isteyenlerin internette de izlemelerinin anlamlı olabileceğini düşünüyorum.
Çocuk istismarı
Bu dizide genç bir fotoğrafçının (Zeynep) öz annesi (Şule) tarafından hor görülen, üvey babası tarafından (Cengiz) inanılmaz işkenceler gören küçük bir kıza sahip çıkma ve onu kurtarmak mücadelesi anlatılır. Zeynep fotoğraflarını çektiği turna kuşlarından esinlenerek Turna adını verdiği küçük Melek’i kaçırarak başını öyle büyük bir derde sokar ki hapse bile düşer. Ancak çocuğu koruma duygusuyla tetiklenen haklı mücadelesinden bir an bile caymaz. Kendisi de çok küçükken annesi tarafından terk edilen ve ona sahip çıkan bir avukatın (Cahide) ve kızlarının yanında yetişen Zeynep’le Turna’nın öyküsü anne ve annelik kavramlarını farklı boyutlarıyla tartışırken ataerkil koşullanma, bu koşullanmaya karşı başkaldırma gibi izlekleri gündeme getiriyor. Zaman zaman melodrama kaysa bile konunun dağılmaması kurguyu çok başarılı kılıyor.
“Anne” de Melek/ Turna’nın içsel fırtınalarını şaşırtıcı bir inandırıcılıkla canlandıran küçük oyuncu (Beren Gökyıldız) kadar dizide yer alan diğer oyuncular da çok başarılı. Özellikle başrolde Zeynep (Cansu Dere) ve annesinin (Vahide Perçin) oyunculuğu çok etkileyici.
Annelik mitosunun kırılması
“Anne” dizisinin kuşkusuz en ilginç yanı anneliğin kan bağına bağlı olduğu ideolojisini kırmasıdır. Kimdir gerçek anne çocuğu dünyaya getirmiş olan sonra da ona sahip çıkamayan öz annesi mi yoksa bu çocuğa yürekten bağlanarak emek veren, onun insanca yaşaması için mücadele eden koruyucu anne mi? Öz anne ile koruyucu anne arasındaki amansız mücadele koruyucu annenin çocuğu almasıyla mutlu bir son bulur. Tıpkı Bertolt Brecht’in ünlü oyunu “Kafkas Tebeşir Dairesi’nde olduğu gibi gerçek anne çocuğa emek veren onun için hiçbir mücadeleden kaçmayandır. “Anne” dizisinin alışıldık anne motifinden farklı olarak çocuk haklarını her şeyden üstün tutan yeni bir annelik kavramını savunması, kan bağına dayanan anne mitosunu kıran yepyeni bir anlayışı gündeme getiriyor.
Ataerkil koşullanma
Melek’in öz annesi Şule kocası öldükten sonra kendini kadınların sırtından geçinen asalak bir adama kaptırdığı için kızını hiç koruyamaz. Şiddet eğilimli olan Cengiz küçük kıza yapmadığını bırakmaz. Şule öylesine ataerkil koşullanmanın kıskacı altındadır ki Cengiz ne yaparsa yapsın “erkektir”, “erkek işte, tepesini attırmayacaksın”, “kadını görevi sevdiğini memnun etmektir”, “Cengiz ailemizin şefi çocuklarımızın babasıdır, ne derse o olur”, “Çocuklarımın babası o ne derse o olur” gibi söylemlerle onu haklı çıkartır. Cengiz’in onu dövmesi, ağzını burnunu dağıtması, kızına işkence etmesi, dahası çocuğu öldürme girişimi bile doğaldır onun için. Ancak sorunları bastırması ve yok sayması zaman içinde onda öylesine yoğun bir birikim oluşturur ki, dizinin sonunda kocasını öldürür.
Koruyucu annenin mücadelesi
Koruyucu anne Zeynep hümanist duruşu, kendine güvenen, bağımsız ve özgür davranışlarıyla başında bir erkek olmadan yaşayamayacağını düşünen Şule’nin tam karşıtını oluşturur. Turna için canını dişine takarak sonuna kadar mücadele eder. Çocuğun öz annesi sorunları ne kadar görmezden gelirse, ne kadar yokmuş gibi davranırsa, koruyucu anne Zeynep de tam tersine çocuğu korumaya alarak sorunların o kadar üstüne gider. Yasal ve yasadışı yollarla sürdürdüğü mücadele, ısrarla çocuğa sahip çıkması çok sancılı ve zor bir süreçtir, tam işler yoluna gider gibi olur ki her şey tekrar tersine döner. Bu gelgitli süreç onu zaman zaman çaresizliğin uç noktasına götürse bile caymaz.
Zeynep de koruyucu bir ailenin kızıdır. Çocuk için mücadele sürecinde yıllarca hapiste yatmış olan öz annesiyle karşılaşarak geçmişe fırtınalı bir yolculuk yapar. Turna için mücadelesinde ona öz annesi koruyucu annesinden de daha çok destek olur. Zeynep de annesiyle ilgili bilmediği bir gerçeği keşfettiği anda travmatik geçmişinden kurtulur. O da tıpkı Turna gibi şiddet dolu bir ailede yetişmiş, annesi de yine kızını korumak amacıyla yıllarca hapiste yatmıştır. Bu gerçek Zeynep’in geçmişiyle barışmasını sağlar. Öte yandan Zeynep özgür kişiliğini kızlarını özgür yetiştirmeye çalışan avukat Cahide’ye borçludur. Kadın dayanışması Zeynep’in anneleri ve kız kardeşleri Zeynep’in haklı davasını kazanmasına yol açar.
Erkekler
Bu süreçte Zeynep’e destek olan bir gazeteci ve sonradan evlendiği komiser şiddet eğilimli, kompleksli psikopat Cengiz karakterinin tam karşıtını oluştururlar. Duyarlılıkları ve empati güçleriyle ataerkilliğe alternatif erkek tiplerini canlandırsalar da bu konunun üstüne fazla gidilmez. Bunu dizide bir eksiklik olarak alımladım. Dizide erkek karakterlerin ataerkilliğe karşı duruşları somut olarak çıkarılabilseydi, sistem eleştirisi de daha belirginleşebilecekti.
Anne
Dizide anne motifi farklı boyutlarda işlenir. Birinci kuşaktan Zeynep’in öz annesi ve koruyucu annesi, ikinci kuşaktan Zeynep ve karşıtı öz anne Şule’nin duruşları, yaptıkları yanlışlar, çaresizlikleri, tıkanma noktaları, çözüm arayışları farklı açılardan gösterilir. Küçük kız Melek/Turna ise kardeşi Hasan’ın doğumuyla birlikte küçük bir anneye dönüşür. Bebeğin bütün sorumluluğunu üstüne alarak onu içine düştüğü bataklıktan kurtarmaya çalışır. Anne motifi dizide çeşitli boyutlarıyla öylesine ustaca örülmüştür ki dizinin kurgusunda en küçük bir fazlalık bile hissedilmez.
Şiddetin kökenleri
Bir çok yerli dizide şiddet erkeğin doğasında olan çok doğal bir olgu olarak gösterilirken bu dizide kadını erkeğin elinde oyuncak eden ataerkil koşullanmaya da sert bir eleştiri getirerek sorgulanıyor. Cengiz karakteri çok sorunlu bir karakter olarak ele alınırken, şiddetin kökenlerine iniliyor. Maço tavırları, şiddet patlamaları ve giderek yoğunlaşan psikopatlığı yaşadığı koşulların uzantısı olarak gösteriliyor. Cengiz bir fahişenin oğludur, çocukluğunda yaşadıkları, çevresi tarafından dışlanması ve aşağılanması, yaşadığı mahalle baskısı onu zaman içinde duyuları giderek körlenen bir psikopata dönüştürür. Öte yandan psikopatlığını tetikleyen “erkektir yapar” zihniyetini içselleştirmiş olan Şule ile hastalıklı ve fırtınalı ilişkisidir. Karısının ona olan hastalıklı bağımlılığı, erkeği olmadan yaşayamayacağı takıntısı da dizide net bir biçimde sorgulanıyor.
Oyunculuk
“Anne” de Melek/ Turna’nın içsel fırtınalarını şaşırtıcı bir inandırıcılıkla canlandıran küçük oyuncu (Beren Gökyıldız) kadar dizide yer alan diğer oyuncular da çok başarılı. Özellikle başrolde Zeynep (Cansu Dere) ve annesinin (Vahide Perçin) oyunculuğu çok etkileyici. Cansu Dere’nin mesafeli ve soğuk oyunculuğu dizinin melodrama kaymasını engellerken, Vahide Perçin’in de melodramdan kaçınan minimalist oyunculuğu çok etkileyici. Nedense hep anne rollerine çıkan Vahide Perçin’de (Bu da sanırım dizicilerin kafalarındaki klişe olmalı. Bu düzeyde bir oyuncu tek bir role kilitlenebilir mi?) dikkati çeken oyunculuğundaki minimalizm. Belli belirsiz bir gülümseme, gözlerindeki ufak bir pırıltı duygusal dalgalanmalarına ilişkin ipucu veriyor. Özellikle karşısındakini dinleme sahneleri, büyük bir dikkat yoğunluyla hiç konuşmadan canlandırmayı başardığı suskunluk anları, bu anlarda yüzünde belirginleşen bir ışık ya da gölge ender görünen usta bir oyunculuğu sergiliyor.
Dizinin yankıları
Şiddet konusuna sorgulayıcı yaklaşımı ile örnek olarak gösterebileceğimiz bu dizinin medyada eleştirilere hedef olması oldukça düşündürücü. Toplumumuzda çocuk hakları sürekli yok sayılmasına, çocuklar sürekli olarak şiddet görmelerine rağmen yandaş medyanın çocuk ve şiddetin yan yana gelmesine bile tahammül edilememesi, filmin finaline doğru çocuğun üvey babasına başkaldırmasını ve üvey babasının ölmesini istemesini dizi çocuğu şiddete özendiriyor gerekçesiyle eleştirmesi sorunları yok sayan, üstünü örten iki yüzlü bir zihniyetin tipik bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. (Anne’deki Skandal Sahne, Yeni Şafak 16.3.2017). Keşke toplumumuzda çocukların yaşadıklarını sansürsüz bir biçimde göstermek cesaretini gösteren başka diziler de yapılabilse, keşke diziciler bu kadar önemli bir konuya gereken duyarlılığı gösterebilseler…