Yönetmen İngmar Bergmann her olumlu rolün içinde bir olumsuzluğun ya da her olumsuz rolün içinde olumluluğun olduğunu, bu açıdan da oyuncuların karakteri düz değil çelişkileri içinde vermeleri gerektiğini söylüyor ki, bu ilkenin kuşkusuz düzeyli dizi oyunculuğu için özellikle geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Oyuncunun performansı büyük ölçüde senaryonun sağlamlığına bağlı. Çok çarpıcı bir oyuncu performansını ‘Asmalı Konak’daki yurtdışında öğrenim görmüş, modern şehirli kız Bahar’ı oynayan Nurgül Yeşilçay veriyordu. Geleneklerle modern yaşam arasındaki çatışma, toplumsal cinsiyet sorunları Bahar’ın gelgitli kişiliğinde komik, hüzünlü, düşündürücü bir biçimde çok güzel ortaya çıkıyordu. Kuşkusuz bu başarıda Çağan Irmağın hazırladığı bu dizinin payı da çok büyüktü. Ya da yine Nurgül Yeşilçay’ın oynadığı şu sırada gündemde olan “Gülperi” dizisinde bir annenin çocukları için mücadelesi en küçük bir duygu sömürüsü bile yapılmadan anlatılıyor. Bu da diziye inandırıcılık katıyor.Başka olumlu bir örneği
“İstanbullu Gelin”veriyor. Sanırım dizinin tutmasının temel nedeni başrolden yan rollere kadar dizideki oyuncuların hepsinin çok iyi olması. Öte yandan senaryo da belki gerçek bir yaşam öyküsüne dayandığı için yapay efektlerden kaçınarak doğal bir akış içinde ilerliyor.
Son dönemde yayınlanan dizilerden “Adı Zehra”daki oyunculuk belli iyi/ kötü, ak/kara klişesinin dışına bir türlü çıkamadığından başarısız oyunculuğa tipik bir örnek veriyor.
Kimlik, kimlik değiştirme, yeni bir kimlik edinme, bu kimliği benimseme gibi psikolojik gizilgücü olan sorunları bir polisiye tadında sunan bu dizide konu ilginç olmasına ve daha ilk anda merak uyandırmasına rağmen karakterlerin tek boyutlu sunuluşu izleyicinin ilgisini giderek azaltıyor. Bu dizide zorla evlendirilmek isteyen genç bir kadın (Zehra) bir sevgilisi olduğu için evden kaçıyor, babası ve ağabeyi de onu namus adına öldürmek için peşine düşüyorlar. Zehra ailesinden kaçarken farklı bir kimlik alarak kurtuluyor. Ancak ailesi bu işin peşini bırakmıyor. Dizide baba ve ağabey tek boyutlu bir biçimde gözü kan bürünüş tipik birer psikopat olarak sunuluyorlar. Sözgelimi baba annenin Zehra ile gizlice görüştüğü için ağızını burnunu dağıtırken, oğul bu sahneyi kılı bile kıpırdamadan sırıtarak izliyor. Bu tür bir oyunculuk konunun inandırıcılığını büyük oranda kısıtlıyor. Kuşkusuz gerçek yaşamda da psikopat kişiler olabilir. Sözgelimi bir minibüs şöförü tarafından acımasızcana öldürülen Özgecan olayındaki baba ve oğul buna tipik bir örnek vermiyor muydu?Ama onların da yaşamlarının derinlerine daldığımızda kadını hiçe sayan eril bir toplumun izlerini görebiliyoruz. Sözgelimi anneyle babanın anne şiddet gördüğü için ayrılmaları, oğulun babada kalması ve onu örnek alması gibi etkenler şiddetin uç noktada yaşandığı bir faciaya yol açıyor. Dizi deki babayla oğlun ise nasıl bir ortam içinde oldukları, aileleri, geldikleri yöre vb. etkenlerin onları nasıl etkilediği gösterilmediği için her ikisi de sadece yürekleri buz tutmuş hastalıklı kişiler olarak sunuluyor. Bu da karakterlerin inandırıcılığına gölge düşürüyor. Diziyi gerilim yaratmasına rağmen izlemeyi zorlayan en önemli sorunların başında Zehra/Hande rolünü oynayan oyuncunun (Zeynep Çamcı) böylesine zor bir rolün ardından kalkamaması veriyor. Hep gözlerini faltaşı gibi açarak dünya başına yıkılmış gibi dolaşan Zehra rolü öylesine tek boyutlu ve donuk bir biçimde oynanıyor ki, bir süre sonra hiçbir inandırıcılığı kalmıyor. Canlandırılan karakter öylesine yaşamıyor ki, onun için erkeklerin neden yanıp tutuştuklarını dada hiç anlayamıyoruz. Rolün gereği olan duygusal inişlerin çıkışların, patlamaların, kaygıların, korkuların, öfkenin, kimlik bunalımının hiçbir şekilde verilememesi diziye büyük oranda gölge düşürüyor.
Dizi oyunculuğu doğal bir oyunculuğu koşulluyor. Öte yandan ender de olsa tiyatro kökenli oldukları için farklı bir stil getiren oyuncular da var. Sözgelimi “Avlu”daki mafya ve uyuşturucu anası, kitle katili Kudret karakterini Nursel Köse yer yer kara mizaha yaklaşan bir oyunculukla canlandırıyordu. Kudret hem çevresinde dehşet saçan tipik bir “Übü”dür, hem de psikopat oğlu için korkan bir arabesk kadın. Oyuncunun rolle arasında kurduğu uzaklık Brecht’in bir oyunculuğu anımsatıyor. Ama kuşkusuz Nursel Köse’nin en başarılı oyunculuğu “Paramparça”dizisinde yarattığı Keriman tiplemesinde ortaya çıkıyor. Bu rolün sadece Kudret rolündeki gibi grotesk olmaması mizahi gerçekçi bir gizilgücünün de olması oyuncuya da çok daha fazla olanak veriyor. (Demet Evgar)
Karakterler çelişkileri ve yaşadıkları çevre bağlamında yoğuruldukları oranda oyunculuktaki performans da hızla artıyor. Bunu ender de olsa iyi dizilerde görüyoruz. Oyuncuların da rollerini klişeleştirmemeleri çoğunlukla senaryonun niteliğine bağlı. Öte yandan karakterler yaşadıkları ortam ve koşullardan olabildiğince soyutlanarak katıksız iyi ya da kötü olarak verildikleri oranda da klişe kalıyorlar. Bu açıdan dizilerde senaryo yetersizse, dizi sadece anlık efektlerle yaşamını sürdürüyorsa oyuncunun işinin de doğal olarak zorlaştığını söyleyebiliriz.