“…arsızlıkla damgalanan boş kinayelere
gülen bendim kendi varlığımın sesi
olayım istedim yazık ki “kadın”dım…”
Zehra İpşiroğlu’nun yazdığı Lena, Leyla ve Ötekiler oyunu geçen sezonun sonlarında Ayla Algan’ın rejisiyle Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda seyirciyle buluştu.
Kiev’de yaşayan Lena, Türkiyeli Mustafa’ya âşık olur ve onunla bir yaşam kurmak için İstanbul’a gelir. Ancak geldiği toplumun değer yargıları onu isminden, kimliğinden koparır. O artık makbul eş, ideal anne, vakur gelin Leyla’dır. Bizim tanık olduğumuz, ataerkil sistemin kadını belli kalıplara sokma çabasının, kadın tarafından içselleştirilmesi ve önceki yaşam deneyimiyle yeni durumu arasındaki iç çatışmanın yarattığı kimlik sıkışmasının Lena / Leyla’yı krize sürüklemesi ve sonrasında hikâyesini bize anlatmasıdır.
İpşiroğlu’nun, Leyla’nın yaşadığı kriz sonrasına dair anlatıya yer verdiği ön oyun sahnesi hastanede geçmektedir. Algan rejisinde mekân değişimine yer vermeyi tercih etmemiş. Dış ses ve buna eşlik eden yıkılmış haldeki Leyla’nın fiziksel devinimleriyle açılıyor oyun. Bu yıkılmışlığı / çürümüşlüğü ahşap bir zemin ve rutubetli duvarlara sahip mağarayı andıran ve bilinçdışının temsili olarak değerlendirilebilecek dekor da destekliyor. Demir parmaklık gibi tasarlanan ışık da kendi olamayan Lena / Leyla’nın hapsedilmişliğine vurgu yapıyor.
Algan, Lena / Leyla iç çatışmasını daha da görünür kılmak adına, Lena’yı barkovizyondan yansıtmayı tercih etmiş. Bu, Lena’dan Leyla’ya geçişin yarattığı farkı somut olarak görmemizi sağlıyor. Ayrıca yarattığı yabancılaştırma etkisiyle, izleyicinin, kendine yabancılaşan Lena / Leyla ikileminin yarattığı, kesintiye uğrayan yaşantıya tanık olmasına olanak tanıyor.
Lena / Leyla’nın sıklıkla dile getirdiği “Susarım.” cümlesi aslında bütün susturulan kadınların cümlesi olarak beliriyor diyebiliriz. Bu bağlamda Algan, İpşiroğlu’nun metinde yer verdiği Ruhiye, Dudiye ve Sultan’ın yaşamlarına dair bilgilere yer vermeyip, yan öykülerle seyircinin odaktan kopma ihtimalini önleyip, ana öyküyü güçlü bir biçimde vermeyi uygun bulmuş. Adı ne olursa olsun susturulan tüm kadınların sesine dönüşüyor Lena / Leyla’nın sesi, sessizliği.
40’lı yaşlarına gelen Lena / Leyla’nın sesi ilk defa ‘duyulur’ ancak bunun nedeni ataerkil sistem için artık “arzulanmayacak” kadın olmasıdır. Bu sebeple olsa gerek, yıllarca çalışma isteğine karşı çıkan Mustafa ona izin veriyor. Yaşadığı Güneşören’de üç sokak ötesini bilmeyen Lena / Leyla, öğrenilmiş korkusunu sırtlayıp yıllar sonra ilk defa tek başına yollara düşüyor. Kendi başına hareket edebiliyor olmasının etkisiyle olsa gerek uzun zaman sonra ilk defa kendini aynada görüyor. “Sırtı eğik, boynu bükük, gözleri yerlerde ağır ağır yürüyor. Sürünür gibi, sürüngen gibi…” sözleriyle görüntüsüne yansıyan sinik duruşu ifade ediyor. İşe başladıktan sonraysa güveninin yerine geldiğine hatta gelecek planları kurduğuna tanık oluyoruz. Kendini var etmeye başladığını düşündüğümüz bu süreçte, erkek egemen sistemin baskısıyla tekrar yüzleşiyor. Kendi tarihini bir kez daha yineliyor. Kim olduğunun cevabını arıyor. Bu defa o Leyna’dır. Kendini arayan kadının kriz anına tanık oluyoruz.
Cihan Bıkmaz Eresen tarafından oynanan oyunda, ilişkilendiği tüm kişiler kukla ve pantomim tekniği kullanılarak veriliyor. Başkaları tarafından şekillendirilen kadın, düşlerinde de olsa ilk defa kukla olmaktan kurtuluyor. Bu sahnelerde birden fazla karakterin tek kişi tarafından canlandırılıyor olmasının yarattığı güçlük göze çarpıyor. Karakterlerin ayrımı net olarak yapılamıyor.
Kaçmak istese de mahkûmiyetinden kurtulamayan Lena’nın, finalde oyunun başındaki duruma döndüğünü görüyoruz. Aynı reji tekrar ediliyor. Ancak bu bize bir kısırdöngüyü ya da yenilmişliği düşündürmüyor. “… sıfırdan başlamak gücünü bulacaksın kendinde…” sözlerine eşlik eden dimdik duruş, kadının kendini var edeceğine dair umut oluyor.