“Mavi Eşek” ile Geçmişe Bir Yolculuk

Bu söyleşi Songül Kaya-Karadağ tarafından gerçekleştirilmiş ve 9 Ocak 2017 tarihinde Mesele 121‘de yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Düşlerin denetlenmesine, hayallerin sınırlanmasına karşı küçük bir kız çocuğunun çizdiği resimdir mavi eşek. Bu resim alışılmış eşek resimlerinden farklı olduğundan, öğretmeni beğenmez, sınıftaki arkadaşlarıysa hafifçe alay eder. Eve gelip anlattığında babası resmi  duvara asar. Hayatın her alanındaki kalıplara rağmen bu kız çocuğuna evde öğretilen kendini olduğu gibi ifade etmesi gerektiğidir.

Okulda öğrendiğinden daha çok şey öğrendiği evinde fikirlerini söyleme, yanlış bulduğunu eleştirme,  soru sorma hakkı vardır.  Annesinin adı Nazan İpşiroğlu, babasının adı Mazhar Şevket İpşiroğlu’dur. Bir de anneannesi vardır. Anneannesini ziyaret ettiğinde daha çok eğlenir ve hatta birlikte ruh bile çağırırlar.

İşte bu kitapta kalıplara, kurallara karşı ezberleri bozmak isteyen, yeni olana açık, yaratıcı bir kız çocuğunun büyüme hikayesine tanık oluyoruz.

Sevgili hocam Zehra İpşiroğlu kendi anılarına dayanarak ve zaman zaman kurguya başvurarak yazdığı kitapla ilgili sorularımı şu şekilde cevapladı:

Songül Kaya-Karadağ: Merhaba hocam, üzerine sohbet etmek istediğimiz kitap Nisan 2016´da yayınlanan “Mavi Eşek”. Kitabın isminden ve  kapağındaki resimden dolayı ilk akla gelen bunun bir çocuk-gençlik kitabı olabileceği yönünde. Çünkü siz çocuk-gençlik kitapları da yazıyorsunuz. Ama Mavi Eşek hayatınızdaki önemli bir dönemi anlatıyor. Kitabınıza neden bu ismi verdiniz ve böyle bir kapak resmi kullanmak istediniz?

Zehra İpşiroğlu: Eşeğin mavi olması bence çocuk kitabından çok Macke, Matisse gibi modern ressamların resimlerini çağrıştırıyor. 20. yüzyılın başlarında başlayan bir gelişim zinciri içinde modern ressamlar artık gerçeği bire bir taklit etmiyorlar, kendi gördükleri, alımladıkları, hayal ettikleri yepyeni bir gerçek yaratıyorlar. Aynı olgunun çocuk resimlerinde de olduğu keşfediliyor. Çocuğun sınırsız hayal gücü yetişkinlerin görmedikleri yepyeni bir gerçek yaratıyor. Ama okul yıllarında çocuğun bu yaratıcılığı  köreltiliyor. Okul, özellikle bizdeki okul yaratıcılığın  sistemli bir biçimde yok edildiği bir yer. Batı ülkelerinde zaman içinde eğitimciler bunun ne kadar yanlış olduklarını fark etseler de yine de okul dediğimiz olgu çocuğun üstüne çok dar gelen, onun  hareket etmesini, koşmasını, gülmesini engelleyen  dapdar bir kostüm gibi bir şey… Bu kısıtlanmayı ben ilkokul yıllarımdan beri çok yoğun yaşadım. Onun için de özellikle ilkokuldayken sınıf sonuncusuydum. Resim dersinde eşeği maviye boyadığım için öğretmen beni cezalandırmıştı. Bu anım ellili yılların otoriter okul sistemini anlatırken güzel bir malzeme oluşturdu. Bu bir anı-roman. Başkişisi de küçük bir kız, yani benim çocukluğum. Baskıcı bir dönem kendi hayal dünyasında yaşayan  bu kızın açısından anlatılıyor.   Çocuk bakışını yakaladığınız anda doğal saydığımız, üzerinde hiç düşünmediğimiz, sorgulamadığımız  şeyler Bertolt Brecht’in tanımıyla yabancılaştırılıyor. Böylece çocuğun naif bakışıyla bir dönem sorgulanıyor.

Daha önce okuduğum Gergedan Oyunu ve Konuşan Çınar adlı  kitaplarınızda birbirine benzeyen iki kız çocuğu karakteri var. Aynı çocuk sanki burada da karşımıza çıkıyor. Ancak bu kitapta onun nasıl büyüdüğüne, – bire bir mektuplar ve günlüklere düştüğü notlarla – tanıklık ediyoruz. Dikkatimi çeken bu çocuğun hep aynı sade-doğal dil ve üslupla çevresini sorgulaması. Yani düşünme biçiminin büyürken de aynı kalması. Bu sizin de dikkatinizi çekti mi? Tabi yanılmış da olabilirim.

“Gergedan Oyunu”, “Konuşan Çınar” gibi çocuk ve gençlik romanlarımın baş kişileri anı romanımın başkişisine benziyor tabii. Otobiyografik ögeler bütünüyle kurmaca olan yapıtlara da sızıyor ister istemez. Bu çocukların ortak özelliği uyumsuz olmaları, kendi hayal dünyalarında yaşamaları, bu da onları zaman zaman yalnızlaştırıyor.  Aslında çocuklar kameliyon gibidirler, yetişkinlerin dünyasına çok çabuk uyum sağlarlar… Bu açıdan benim kitaplarımdaki çocuğun, çocukların biraz farklı olduğu söylenebilir. Tabi bu çocuğun yetiştirilme koşullarıyla da ilgili bir şey. Nispeten özgür bir ortamda yetişiyorsa okul ona doğal olarak dar geliyor. Böyle düşünecek olursak tersi de olabilir baskıcı bir ortamda yetişen çocuk okulu bir özgürlük alanı gibi görebilir.  Bunu Kürt çocuklarını anlattığım “Aydınlama Yolları, Kardelen Öyküleri” kitabının hazırlanış sürecinde yaşadım. Van ve Ağrı’da ya da çevredeki köylerde yaşayan kızların tek kurtuluşu okul. Sımsıkı sarılmışlar okula derslerine. Çünkü ancak okuyarak berdel karşılığı verilme, erken evlendirilme gibi ölesiye korktuklarını sorunlardan kurtulabilirler.

“Mavi Eşek” anı roman olduğu için kronolojik bir akış içinde çocuğun, ergenin ve genç yetişkinin gelişimini izliyoruz. Çocuğun gelişim süreci içine çok şey değişiyor elbette. Naif  çocuk bakışı kırılıyor, sorgulama başlıyor, yani işin içine refleksiyon giriyor. Böylece naif çocuk bakışın yerini  eleştirel bir duruş çerçevesinde bir arayış alıyor. Bu tabi ki çok bana özgü bir şey, yaşadığım sürede sürecek. Refleksiyonu kolaylaştıran çocuğun daha küçük yaşta  farklı coğrafyalarda yaşaması ve farklı kültürlerle  yoğurulması. Bu da gözlemciliğini geliştirerek  çevresine belli bir uzaklıktan bakmasını sağlıyor.

Kitabınızda anlattığınız iki mekan Türkiye (İstanbul) ve Almanya (Berlin) var. Her iki ülke ve kültür hala sizin yaşam merkeziniz. Ben de Türkiye’de büyüdüm ve şu an Almanya’da yaşıyorum. Ancak okurken iki mekan da bana  çok yabancı geldi. Sanırım bunun sebebi sadece aramızdaki kuşak farkı değil. Acaba benim kırsal kesimden sizinse entelektüel bir çevreden gelmiş olmanız,  aynı mekanları farklı görmemize sebep oluyor diyebilir miyiz?

Öyle olabilir gerçekten. Büyük olasılıkla sizin için de okul bir kurtuluştu, öyle değil mi? Okulu bir baskı değil özgürlük alanı olarak yaşadınız. Bir çocuğun gelişmesi, büyümesi sorunlarla da boğuşması ve kendi yolunu bulmaya çalışması anlamına geliyor belki de. Bu sorunlar sadece yaşadığı coğrafyaya ya da tarihsel döneme  bağlı değil yetiştiği ortama, yani çevresine, ailesine de bağlı. Öte yandan çocukken yaşadıklarımız mutlaka bugünümüzü de belirliyor. Ben okulu otoriter toplumun küçük bir modeli olarak gördüğüm için yaratıcı eğitim ve öğretim alanında üretici olmaya çalıştım yaşamım boyunca.

Açıkçası benim okul dönemim 1980 askeri darbesine denk düşüyor. Sizin anılarınızdakine benzer olan bir anım, babamın bizimle zorunlu din dersleri ve anayasa oylaması hakkında konuşmasıydı diyebilirim. Elbette kırsal kesimde olmanın getirdiği çok büyük dezavantajlar vardı. Okula gitme başka bir deyişle “geleceğini kurtarma” ancak okul sistemi içinde mümkündü. Öte yandan öğretmenlerimizin gözaltına alındığına ya da işlerine son verildiğine tanık oluyorduk. Bu yanıyla okuldaki sıradan “disiplin” kurallarını doğrudan baskı olarak algılamadık. Yani benim çocukken okul içinde algıladıklarım sizin okul anılarınızdan daha farklı. Dikkatimi çeken başka bir şey; kitabınızda yaklaşık 25-30 yıllık bir süreci anlatıyorsunuz. Türkiye´de yaşanan iki askeri darbe ve dünya üzerindeki 1968 gençlik hareketi de tanıklık ettiğiniz önemli politik gelişmeler. Bunlar zaman zaman herkes gibi sizin hayatınızı da etkiliyor. Ancak yaşananlara duyarlı olduğunuz halde yine de mesafeli bir duruşunuz var. Bunu sizin her zaman barışçı-pasifist bir dünya görüşünüz olduğu şeklinde değerlendirmemiz mümkün mü? Güncel haberlerle de ilişkilendirecek olursak bu toplumsal-siyasal kaos hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?

Aslında ben hiçbir zaman politik bir insan olmadım. Yani politik insan derken bir örgüte girmek, sistemin temellerini değiştirmeye çalışma vb. eylemlerden söz ediyorum. Bazı şeylerin değişmesi için sistemin, yani altyapının değişmesi çok ama çok önemli. Öte yandan en zoru da bu. Politik olmamamın nedeni belki hiç de politik olmayan bir ailede yetişmiş olmamla ilgili. Sanat, müzik, tiyatro ağırlıklı bir ortamda yetiştim. Anneannem Seniha Bedri Göknil ilk tiyatro çevirmenlerindendi, çevirdiği oyunları örneğin Schiller´in “Haydutlar”ını bana oyunlaştırarak anlatırdı. Babam sanat tarihçisi annem de sanat tarihçisi ve müzisyendi. Daha çocuk yaşta tiyatrolara, sergilere, müzelere, konserlere giderdim, böyle bir ortam… Ama yaşamda piştikçe, zaman içinde toplumsal ve politik sorunların ne kadar önemli olduğunun bilincine vardım. Sivil örgütlenme çerçevesinde, sözgelimi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinde yaratıcı eğitim ve öğretim alanında  geniş kitlelere ulaşabilmek için çok şeyler yaptık. Amacımız hem yayın hem uygulama düzeyinde bu alanın kapılarını açmaktı. İstanbul’un kenar semtlerinde çocuklara yönelik yaratıcı çalışmalardan, öğretmenlerin yetiştirilmesine değin çeşitli projeler yepyeni bir kuşağın yetiştirilmesini sağladı.  Bugün de yayınlarımda hem gençlerin sorunlarına hem de toplumsal cinsiyet alanına yönelerek bir şeyleri değiştirmek çabası içindeyim. İnsan hakları, kadın hakları, çocuk hakları benim için olmazsa olmaz değerler… Tabi bu değerlerin savunulması politik bir duruşu da beraberinde getiriyor. Bazen kendime diyorum ki politik eylemlerin içinde olmamam iyi olmuş, böylece çok küçük çapta bile olsa verimli olabileceğim ve yaşamıma anlam verebileceğim bir özgürlük alanı yarattım kendime. Çünkü doğrudan politik olaylara katılan nice arkadaşımın hayatı kaydı, gitti. Yaralandılar, öldürüldüler, kaçtılar…Çok acılar çekildi. Böyle bir toplumun insanlarıyız ne yazık ki. Söylemek istediğim böyle bir ortamda genç bir insanın yolunu bulmasının hiç de kolay olmadığı. Bu sorun bugün daha da yoğun bir biçimde yaşanıyor. Bu açıdan “Mavi Eşek”ten yola çıkarak farklı kuşakların arasında bir tartışma yaratılmasını çok isterdim. Dünden bugüne ne değişti ne değişmedi bu soru beni çok düşündürüyor. “Mavi Eşek”i yazarken geçmişte yaşadığım bir çok olayın izlerinin bugüne kadar geldiğini gördüm.  Anı romanı kaleme alan bugünkü Zehra ile ellili altmışlı yılların küçük kızının karşılaşması sadece geçmişe bir yolculuk olarak kalmadı, beni çok şey üzerinde düşündürdü. Sözgelimi çok otoriter ve baskıcı bir toplumun insanlarıyız, bu farklı kuşaklarda, farklı coğrafyalarda farklı bir biçimde yaşansa bile bizim gerçeğimiz. Bununla hesaplaşmadığımız, sorunların temeline inmediğimiz sürece bir çok şey aynı kalacak, eminim bundan.

Evet, ben de bu kitabınızı okurken ister istemez pek çok açıdan, bireysel gelişim ve toplumsal sorunlar üzerine düşündüm. Sanırım Mavi Eşek bu konuda herkese böyle bir fırsat veriyor.  Çok teşekkürler söyleşi için. 

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *