Tiyatro yazarı ve Çekoslavakyalı Vaclav Havel’in (1936-2011) tiyatro oyunlarından Bildirim, Zehra İpşiroğlu, Largo Desolato (Ağır Yalnızlık) Yılmaz Onay çevirisiyle Mitos boyut tarafından yayınlandı.
BİLDİRİM
Bildirim dilin iletişim aracı olmaktan çıkıp anlamsızlığın, korkunun, baskının kaynağı haline dönüşmesini konu alır. İnsanlar tarafından, işlerin kolaylaşması düşüncesiyle yaratılan yeni bir dilin yaratıcılarını ele geçirişini işleyen oyun, dünyanın hemen her yerinde görülebilecek bir devlet dairesinde geçer.”Çok meşgulüm”, derken bile aslında hiç bir üretimde bulunmayan, sadece tüketen, kendi oluşturdukları düzende yarattıkları kısırdöngünün içinde devinen insanlardan oluşan bu dairenin müdürü Gross’a bilmediği dilde bir bildirim gelir. Şirket içi yazışmalar için yeni bir dil geliştirilmiş, okullar kurulmuş, yeni yasalar oluşturulmuştur. Tüm bunlardan en son haberdar olan Gross bir türlü elindeki bildirimin çevirisini yaptıramaz. Bürokrasi o kadar yoğun ve anlamsız bir hal almıştır ki başvurduğu tüm yollar sonuçsuz kalır. Yeni geçilen sistemde çeviri yaptırabilmek için izin almak, izin alabilmek için bazı evraklara sahip olmak ve evrakları edinebilmek için de bir bildirim almamış olmak gereklidir. Gross bu paradoksun içinde sıkışıp kalır, kuralları delmeye çalışır. Müdür olmasına rağmen otoritesi yoktur, kontrolünü kaybetmiştir. Yardımcısı Balas, Gross’un onayını almadan değişiklikleri organize etmiştir Ve savunması bütün bunları mesai saati saatleri dışında yapmış olmaktır.
“Balas: Çalışma programımı hazırlarken size danışmam gerektiği görüşüne katılıyorum ama boş zamanı içeren düzenlemelerde bağımsız karar verebilirim.
Gross: Şu an aklıma gelmiyor ama bunun bir yanıtı olmalı.”
Bu diyaloğun oyun boyunca Balas ve Gross arasındaki çekişmeyi sembolize ettiğini söylemek yanlış olmaz. Gross dili bir silah olarak kullanmakta başarılı olan yardımcısıyla yaptığı bütün konuşmalardan kaybetmiş olarak çıkacaktır. Balas, Müdür’ü görevini suistimal etmekle ve sonrasında suçunu örtbas etmeye çalışmakla suçlayabilmek için birtakım dolaplar çevirecek ve Gross’u her seferinde köşeye sıkıştıracaktır. Fakat bu oyunun bir kazananı olamayacağını Balas da deneyimleyecektir.
Dairede çalışan diğerlerinin sohbetleri yemek yemek, genç kızlarla öpüşmek , alışveriş yapmak gibi tüketim odaklıdır. İnsanlar büyük bir mekanizmanın dişlileri gibi hareket eder, konuşurlar. Tek tipleşmişlerdir, insani duygu ve samimiyetten yoksunlardır. Oyun kişilerinin hiçbiriyle özdeşleşmemize izin vermeyen Havel tek bir suçluya da işaret etmez. Gerçeğin en absürt halini sunar ve bu saçmalığın tam da ortasında olduğumuzu, en az oyun kişileri kadar çarkın bir dişlisi olduğumuzu yüzümüze vurur.
Resmi yazışmalar için oluşturulmuş Pitidapca isimli bu yeni dilde özgürlüğün simgesi “Kuş” sözcüğünün karşılığı üç yüz on dokuz harften oluşmaktadır. Dolayısıyla işler kolaylaşmamış, insanlık kendi tutsaklığını yaratmıştır.
Dilin yasaklanmasını isteyen Gross yine Balas’ın cümleleri karşısında paralize olur, kendini kurtarmak için Pitidapca’nın kullanımına onay verir ve hatta müdürlük makamını da Balas’a bırakır. Yöneticinin değişmesi genel durumu değiştirmez. Balas bir kazanan değildir. Bir süre sonra Gross’un yaşadığı her şeyi o da yaşar. Balas kendi öncülüğüyle oluşan düzenin kontrolünden çıktığını dilin bir canavar gibi herkesi yutmaya başladığını, bu durumla baş edemediğini fark eder ve büyük hayal kırıklığı yaşar. Koyduğu kuralları değiştirmeye çalışır. Bu sırada Gross kendisine aşık olan Marie’i elindeki bildiriyi çevirmeye ikna eder. Bildiride Gross’un yeni oluşuma müdahale etmesinin istendiği yazıyordur. Gross Balas’la tekrar bir mücadelenin içine girer fakat yine köşeye sıkışır. Balas bu sefer de Pitidapca yerine Korukar dilinin oluşmasını sağlamıştır.
İnsanların yaptığı hiç bir şey içinde bulunulan durumu değiştirmez. Sürekli bir mücadelenin içinde oradan oraya koşturduklarını düşünen insanlar topluca bir hiçliği üretirler. Çarkın içinde uyumsuzmuş gibi duran Gross sonunda diğerleri gibi sistemdeki yerine entegre olmuştur. O da tek amacı yemek yemek olan diğer güruha karışmıştır. Bir kaç kez yeni baştan başlama fırsatını yakalamış olan Gross ve Balas hiç bir durumda farklı davranmazlar ve mekanizma her koşulda kendini tekrar eder. İnsan, benliğini kaybetmiş ve sadece dilin şekillendirdiği kuklalara dönüşmüştür. Dil insanlık için değil insanlık dil için var olmaya çabalar hale gelmiştir.
“Gross: Keşke küçük bir çocuk olsaydım ve her şeye yeni baştan başlayabilseydim.
Balas: Yeni baştan başlasaydın yine de aynı sonucu alırdın çünkü değişen hiç bir şey yok.”
LARGO DESOLATO
Kimliğini yitirmiş, korku tarafından tutsak edilmiş bir aydının kendiyle ve etrafındakilerle iletişim kuramayışını ve üzerinde kurulan baskının onu yok edişini konu alan Largo Desolato isimli oyun; felsefeci Leoplod’un karısı Susanna’yla yaşadığı evin salonunda geçer. Leopold “İnsan Benliğinin Fenomenolojisi” başlıklı makalesi yüzünden tutuklanmaktan korkar. Bu korkuyla baş edemez ve kendini eve hapseder. Dekor salondan, dışarıya, odalara, balkona açılan kapılardan oluşur. Oyun Leopold’un tedirgin bir şekilde sokak kapısına gidişi ve kapıyı dinleyişiyle açılır ve hemen sonra perde kapanır. Bu tablo üç kez tekrar edilir. Bir kısır döngüye girmişçesine yapılan bu tekrarlarla evin içinde yaşanan tedirginliğe, oyun kişisinin bozulmuş ruh halinin oluşturduğu atmosfere ve bu durumun süreğenliğine seyirci/okuyucu da dahil edilir. Perdenin üçüncü açılışında gelen arkadaşı Uli’nin balkon kapısını açmayı teklif edişi bile onu ürkütür. Leopold sokak kapısından gelen her yeni kişiyle yalnızlığına ve derin çaresizliğine daha da gömülecektir. Sadece iktidar değil tüm çevre ona karşı bir baskı unsuru olarak işlenmiştir.
Götürülmeyi beklerken yaşadığı kaygı nedeniyle hem bedensel hem ruhsal sağlığını yitirmiş olan Leopold bunalımını alışverişten dönen karısı Susanna’ya anlatmaya, onunla konuşmaya çalışır. Akşam yemeğini birlikte yemeyi teklif eder. Ancak Susanna sinemaya gitmek için plan yapmıştır ve tüm konuşma içerisinde umurunda olan tek şey Leopold’un gümüş kaşıkla yumurta yemiş olmasıdır. Leopold’un yardım ister tavrına karşılık Susanna ruhsuz, net ve onun duygu durumuyla ilgilenmekten uzaktır. Evli olmalarına rağmen her ikisinin de başkalarıyla ilişkileri vardır. Leopold’un Lucie’yle Susanna’nın da Uli’yle. Çiftler birbirini tanır ve sever görünür, kimse bu durumdan rahatsız değildir. Sevgi, aşk, dostluk, sadakat gibi kavramların içi boştur. Karısının onun yalnızlığıyla ilgilenmeyişi gibi o da sevgilisinin yalnız hissedişiyle ilgilenmez. Leopold Lucie’e karşı bir heyecan hissetmez, onu da kendisinden sevgi, ilgi bekleyen üzerindeki baskıyı artıran biri olarak görür.
“Lucie: Herkes senin yeni makaleni bekliyor.”
Kendisine destek olmak için ziyaretine gelen kağıt fabrikasında çalışan işçilerin kullandığı sevgi ve inanç dolu cümleler de onu rahatlatmaz aksine sorumluluğunu artırır.
“Birinci Wenzel: Pek çok insan için siz bir dayanak bir umutsunuz… asla ödün vermeyin biz size inanıyoruz ihtiyacımız var size…”
Birileri onun kahraman olmasını beklemektedir oysa o nefes almaya bile korkan ve hayatını tamamen kontrol altına almış bu kaygıyla baş edemeyen biridir. Kendine özel alan yaratmak konusunda da yetersizdir. İşçiler’in defalarca rahatsız ediyorsak söyleyin gidebiliriz, diyor olmalarına karşılık rahatsızlığını dile getiremez.
Gelen bir diğer kişi tüm arkadaşları adına konuştuğunu söyleyen dostu Olbram’dır.
“Olbram: Hepimiz seni seviyoruz bundan kuşku duymuyorsun öyle değil mi?”
Bu sevgi Leopold’un hayatına müdahale edişlerini haklı çıkarmak için kullandıkları bir kılıftır ve beklentisiz değildir.
“Olbram: Bizi hüsrana uğratmandan korkmaya başladık.”
Uzun uzun arkadaşının içinde bulunduğu durumun tahlilini yapan Olbram felsefi ve psikolojik süslü cümleler kurar. Leopold önce sevgilisiyle, daha sonra kendisini ziyarete gelen felsefe öğrencisi Marketa’yla konuşurken aynı cümleleri kullanacaktır. Lucie’e; aşka esir olmaktan, bir kadının kendisini esir almasından korktuğunu, bu nedenle ondan uzaklaşıyor olduğunu söyler. Kimliğini bulamamış kendini başkalarının gözünden var etmeye çalışan, bazen demagoji yapmak bazen de farklı görünmek ve böylece karşısındakini etkilemek için Olbram’ın cümlelerini kullanan Leopold’un samimiyetsiz ve acıdan beslenir tavırları ondan uzaklaşmamıza neden olur.
Beklenen kişiler birinci perdenin sonunda nihayet gelir ve ona bir teklifte bulunur. Yazdıklarını yazan kişinin kendisi olmadığına dair bir kağıdı imzalar; bir daha da böyle şeyler yazmazsa hapse girmeyecektir. Leopold’un ne cevap verdiğini ikinci tabloda görürüz.
İlk perdenin başında olduğu gibi ikinci perde de Leopold’un tek başına aynı tedirgin hareketleri tekrar edişiyle başlar. Bu kez kapıya gidip dinlemek davranışına, gizlediği ilaç kutusundan ilaç alıp içmek ve banyoya gidip yüzünü yıkamak da dahil edilmiştir. İlk perdeye göre gerginliği daha da artmıştır. Bu tekrarlar sonrası kapıdan alışveriş torbalarıyla Susanna girer. Leopold olanları anlatmaya başlar. Susanna anlatılan hikayede yine en saçma yere, dün geceki akşam yemeğinde tavasının kullanılmış olmasına takılır. Leopold önce tavaya bir şey olmadığı konusunda karısını ikna etmeye çalışmak zorunda kalır. Sunulan teklifi düşünmek için zaman istediğini öğrenen Susanna öfkelenir ve ona hakaret eder.
“Susanna: Sen bir paçavrasın.”
Leopold yaşadığı gerginliğin tırmandığı noktada hayaller görmeye başlar. Tüm oyun kişileri kapılardan gelip hep bir ağızdan konuşur. Replikler birbirine karışır. Herkes bir başkasının cümlesini kurar. Leopold’un karışık zihni sahneye taşınmıştır ve sonunda “Yeter” diyerek isyan eder.
Oyunun son tablosunda felsefe öğrencisi Marketa’nın gelişi biraz da olsa Leopold’u heyecanlandırır. Marketa onun bütün makalelerini okumuş ona hayranlık duyan bir genç kızdır. Daha önce demagoji yapmak için kullandığı cümleleri bu kez de karşısındaki genç kızı etkilemek için kullanır. Etrafındaki herkesin ondan bir şey istiyor olmasına karşılık Marketa ona aşk vaat eder. Fakat bu heyecanlı sohbet teklifin cevabını almak isteyenlerin tekrar gelişiyle kesilir. Leopold artık gitmeye hazırdır. Kağıtları imzalamayacak ve hapse girmeyi kabul edecektir. Fakat gelenler, onun hapse girip kahramanlaşmasını istemediklerinden durumun ertelendiğini söyler. Yaşadığı gerilim dolu bekleyişlerin böylelikle son bulamayacağını anlayan Leopold neredeyse beni hapse atın, diye yalvarır. Biraz önce kendisine destek olan genç kız da aynı baskı dolu cümleyi kurar.
“Marketa: Kalk artık yoksa yalvaracak mısın?”
Oyun Leopold’un yeter artık rahat bırakın beni, diyerek haykırışı ile biter.
Havel’in oyunlarında mekanikleşmiş, kendine çevresine yabancılaşmış insanlar çürümeyi hızlandıran birer kurtçuğa benzer ve dil, iletişimi değil bu kemirişi kolaylaştırır. İnsanlığın kendi hapishanesini yine kendi eliyle yaratışına tanık eder ve çözüm sunmaz. İşleyişi, kurgulanışı bakımından absürt özellikler taşıyan bu oyunlarda Havel kendi yarattığımız çaresizliğin derinine inmemizi, kendi trajikomik hikayelerimizle yüzleşmemizi ve bu hesaplaşmanın sonunda da umudu yaratabilmemizi diler.