Hayatlarında hiçbir şey olmayan boş ve anlamsız bir yaşam süren varlıklı kadınların birbirleriyle olan çatışmasının anlatıldığı bu dizide canlandırılan ataerkilliğin ağırlık kazandığı bir dünyadır. Kadınlar bir yandan kocalarının sırtından parazit bir yaşam sürerler, bir yandan da baskın kişilikleriyle onları parmaklarında oynatırlar. Kadının ev kadını ve anne, erkeğin ise para kazanma makinesi olarak belirlenmiş olan rolleri paranın tek değer olarak sunulduğu modern tüketim toplumuna özgü bir yaşam biçimi olarak gösterilir. Güç ve iktidar peşinde herkesin herkese karşı olduğu bu yarışmacı, rekabetçi, yıkıcı dünyada insanların ikiyüzlülükleri, birbirlerine kurdukları komplolar oyun içinde oyun biçiminde öyle bir gösterilir ki çirkinlikler tüm çıplaklığıyla su yüzüne çıkar.
Senaryo (Meriç Acemi) , yönetmenlik (Ali Bilgin) ve oyunculuk açısından da çok başarılı olan “Ufak Tefek Cinayetler” alışıldık dizilerden çok farklı. Öylesine ustaca kurgulanmış ki dizinin her aşamasında çatışmalar üzerine düşünmeye yönlendiriliyoruz. İyilik ve kötülük, yapıcılık ve yıkıcılık nedir, kolektif davranış biçimleri insanı nasıl kıskaç altına alıyor, insan neden kendi olamıyor, özgürlük nedir, neden insan kendi yaşamını böylesine değersizleştiriyor gibi sorular gündeme gelirken dil, karakter ve durum güldürüsü yer yer uyumsuz tiyatro oyunlarını ya da “Dogville” türü parabol türü filmleri anımsatıyor. Bu yönüyle dizinin düşünsel bir model karakteri var. Bu da izleyiciyi kendi içindeki öfke, kin hırs, rekabet, kıskançlık gibi yıkıcı güçler, başka bir deyişle dizinin sembolü olan kendi ufak tefek cinayetleri üzerinde düşündürmeye yöneltiyor. Neredeyse matematiksel bir kurgusu olan senaryoda gereksiz olan, uzayan hiçbir şey yok. Dizide yer alan simgeler, mizahın kullanımı hep verilmek istenen mesajı destekliyor. İnsanların rekabet dünyasının tutsağı oldukları oranda özgünlüklerini yitirmeleri karikatürleştirilmiş bir dünyayı gözler önüne seriyor. En etkileyicisi de dil güldürüsü. Kavramların yalanlarla çarpıtılarak içinin boşaltılması, dilin baskı, şiddet ve manipülasyon aracına dönüşmesi gibi.
Peki bu dizide iyiler yok mu? Var tabii, ama onların da karanlık yanları var, tıpkı kötülerin de iyi yanları olabileceği gibi. Yönetmen Bergmann her olumlu rolün içinde bir olumsuzluğun ya da her olumsuz rolün içinde olumluluğun olduğunu, bu açıdan da oyuncuların karakteri düz değil çelişkileri içinde vermeleri gerektiğini söylüyor ki, bu dizi de bu da büyük oranda gerçekleşiyor. Bakalım alışılmadık bir bakış sunan bu dizi ilerleyen bölümlerde de niteliğini koruyabilecek mi? Şu bir gerçek ki dizinin model karakteri aşırı uzamamasını öngörüyor, uzadığı anda denge kolaylıkla bozulabilir. Küçük bir eleştiri: Dizide zaman zaman akrep ve kurbağa öyküsünde olduğu gibi toplumsal bağlarından soyutlanmış soyut bir kötülük anlayışının altının çizilmesi kötülüğün kökleri doğuştan geliyormuş gibi bir iletinin verilmesi dizinin eleştirel boyutunu kısıtlıyor. Dizinin ilerleyen bölümlerinde belki bu noktaya dikkat etmek gerekecek.