Televizyon dizilerde mizah egemen ideolojiyi pekiştirmek için kullanıldığı gibi yanılsama dünyasının sınırlarını kırarak Bertolt Brecht’in deyişiyle bir tür ‘yadırgatma-etkisi’ yaratmak için de kullanılıyor. Başka bir eğilim de mizahın öyküdeki çatışma noktalarını daha iyi belirleyebilmek için taraf tutmadan nötr bir biçimde kullanılması. Kuşkusuz mizaha dayanan diyaloglarla ve kişilerle bu dünyayı izleyiciye daha da yakınlaştırmak ve sevdirmek de olabilir mizahın anlamı.
Sorgulayıcı ve yadırgatıcı bir mizah anlayışı
Yadırgatma (yabancılaştırma) etkisi izleyici ile canlandırılan dünya arasında bir uzaklık yaratmak, böylece izleyiciyi yadırgatma yoluyla düşünmeye yönlendirmek anlamına geliyor. Buna tipik bir örneği bir tür mafya parodisi yapan “Poyraz Karayel” dizisi veriyor. Bu dizide şiddet ve şiddeti körükleyen milliyetçilik, savaş ve kahramanlık öyküleri ile öyle bir dalga geçiliyor ki izleyicinin bu alandaki koşullanmışlığı büyük oranda kırılıyor. Ne var ki tekrarlayan ve uzayan espriler bir süre sonra diyalogları da karakterleri de klişeleştiriyor. Dizilerde çok ender rastlanan bu tür bir mizah başarılı olduğu oranda bizi sorgulamaya ve eleştirel düşündürmeye yönlendiriyor. Bu açıdan da kuşkusuz çok önemli.
Boş ve hoş bir yaşamın içinde birbirlerinin kuyularını kazan kadınların yaşamının gösterildiği “Ufak Tefek Cinayetler” dizisi de sorgulayıcı bir mizah anlayışına başka bir örnek veriyor. Güç ve iktidar peşinde kadın erkek herkesin herkese karşı olduğu bu yarışmacı, rekabetçi, ezici ve yıkıcı dünyada insanların ikiyüzlülükleri, birbirlerine kurdukları komplolar oyun içinde oyun biçiminde öyle bir gösterilir ki çirkinlikler tüm çıplaklığıyla su yüzüne çıkar…Öte yandan sadece boş klişelerden oluşan bu insanların özgün hiçbir yanlarının olmaması da mizaha yol açar.
Ancak bu tür bir mizahı anlayabilmek için izleyicinin de farkındalığının bir dereceye kadar gelişmiş olması gerekiyor. Başka bir deyişle canlandırılan dünyayla yüzde yüz özdeşleşen bir izleyici“yadırgatıcı” bir şey görmeyebilir; bu da bu diziyi şık ve varlıklı bir kesimin yaşamı olarak alımlamasına yol açacaktır. Ne var dizinin ilerleyen bölümlerinde bu tür bir yakın okuma giderek zorlaşıyor, o kadar ki canlandırılan dünyanın içinde kolaylıkla kaybolan nayif izleyici bile yadırgatıcı ögeleri görmeye başlıyor. Karakterlerin giderek bir tür tip güldürüsüne dönüşerek iyice karikatürleşmesi, olayların giderek absürtleşmesi, diyalogların içi boşaltılmış klişelere dönüşmesi, oyun içinde oyun sahnelerinin son derecede ustaca oynanması özdeşleşmeyi engelleyen temel etkenler. Karakterler arası çatışmalarda sadece oyunculukta değil usta diyaloglarda da yadırgatıcı etkilere yer veriliyor. Merve’nin “O iş bende”, “Ben halledeceğim”, “Sen o işi bana bırak” gibi hem statüyü belirleyici hem de insanları kendisine bağlamak için kullandığı sözde kollayıcı sözlerini, fırsat eline geçtiği anda statüyü ele geçirmek isteyen Pelin’in kullanması buna tipik bir örnek veriyor. Ya da Arzu ve eşi küçük oğulları Ayaz’a onu sarsmadan ayrılmaya karar verdiklerini nasıl açıklayacaklarını düşündüklerinde, çocuğun “Psikolojim bozulmaması için bana ne vereceksiniz?” diye pazarlığa kalkışması çıkarlar dünyasından minicik çocukların bile nasıl nasibini aldığını gösteriyor. Ya da Mehmet duruma göre karısına ya da sevgilisine de su içer gibi yalan söylediğinde eve gecikmesini iş yerinde teslimatla ilgili çıkan bir soruna bağlar. Aynı sözcüklerin, cümlelerin duruma ve koşullara görefarklı yerlerde kullanılması dilin nasıl bir manipülasyon aracına dönüştüğünü gösteriyor. Öte yandan Pelin’nin eşi Taylan, ona aşık olan öğretmen, Arzu’nun eski eşi Mehmet, şirket kurduğu iş arkadaşı gibi fazla zeki olmayan, düz ve yüzeysel erkek karakterlerin Merve ve Pelin elinde oyuncak olmaları da birbirinden komik sahnelere yol açar.
Tabii bu tür yadırgatıcı ögeler klasik dizi beklentisi olan, yani hiç düşünmeden kendini gerilimli olaylara kaptırmak izleyen izleyiciyi diziden soğutabileceği gibi tersine sorgulayıcı düşünmeyi tetikleyen farklı bir bakış geliştirmesini sağlayabilir. Öte yandan dizide ikili oynamaktan uzak duran olumlu karakterlerin sözgelimi yıkıcılığın izlerini travmatik olaylarla yaşamış olan Doktor Oya’nın ya da çok kötü bir biçimde dolandırılan iş adamı Serhat’ın kimseye ödün vermeyen özgün duruşlarıyla izleyiciye özdeşleşme fırsatını vermesi, bu açıdan karikatürize edilmemeleri diziyi izlemeyi büyük oranda kolaylaştırıyor.
Egemen ideolojiyi savunan bir mizah anlayışı
Statüyü koruyucu bir mizah anlayışı da tıpkı sorgulayıcı mizah anlayışı gibi taraf tutar. Sözgelimi “İstanbullu Gelin’de Bursalı geleneksel ailenin yaşam biçimi çoğunlukla olumlu bir biçimde sunulduğundan bu yaşamın dışına çıkan duruşlar iyice karikatürleştiriliyor. Ailenin küçük oğlu Osman’a kız isteme sahnesi buna tipik bir örnek veriyor. Gelecekteki gelinin Amerika’da yaşayan annesi Siren kendi kültürüne yabancılaşmış bir kadın olarak gösterilir. Çılgınca kıyafetleri, yarı İngilizce konuşması, gelenekleri tam anlamıyla hiç sayması absürt boyutlarda gülünçleştiriliyor.
Mizahın farklı duruşları ve çatışmaları ortaya çıkarmak için kullanılması
Batılı yaşam biçimiyle geleneksel yaşam biçimi arasındaki sıkışmışlık bir çok dizide karakter ve durum güldürüsüne yol açar. Sözgelimi “Kara Para Aşk” filmindeki aşk öyküsünde Polis Ömer’in geleneksel küçük burjuva ailesiyle varlıklı Boğaz’da köşkte yaşayan ailesi arasındaki uçurum baş döndürücü kadar büyüktür. Birbirleriyle çatışan yaşam biçimleri ve değerlerle son derecede komik sahneler oluşuyor.
Mizahın atmosfer yaratmak için kullanılması
Mizahın karakterleri ve canlandırılan atmosferi daha sevimli kılmak için kullanılmasına Çağan Irmak’ın “Gülizar”, “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya” gibi dizilerinde rastlıyoruz. Bu dizilerde hem karakterlerin gelgitleriyle yoğuruluşu (Gülizar karakteri, “Asmalı Konak’daki Bahar,“Çemberimde Gül Oya”daki Canan hem de diyalogların ustaca yazılmış olması komik, hüzünlü duygulandırıcı anları aynı anda yakalamamızı sağladığı gibi karakterlere doğallık, çok boyutluluk ve sıcaklık kazandırıyor.
Sonuçta karakteri odak olarak alan dil ve durum güldürüsü farklı mizah anlayışlarının ortak noktasını oluşturuyor. Baş karakterlerde karakter güldürüsü olabildiğine çok boyutlu bir biçimde sunulurken, yan karakterlerde “Paramparça” dizisindeki Keriman karakteri gibi aşırı karikatürleştirilmiş tiplerle de karşılaşıyoruz. Bu tür roller belki de bizde komedi yazarlığına ve oyunculuğuna çok yatkın olduğumuz için yerleşik klişeleri hem senaryo hem oyunculuk bazında kırarak genellikle çok başarılı gelişiyor.
Mizahın önemi
Sonuçta TV dizi eleştirisinde mizahın nasıl kullanıldığı önemli bir değerlendirme ölçütü oluşturuyor. Mizah yoluyla bazı şeyler sorgulanıp eleştiriliyor mu, yoksa mizah egemen ideolojinin hizmetinde mi gelişiyor? Öte yandan mizah canlandırılan karakterlere ve atmosfere dizinin doğal akışı içinde yeni bir boyut getiriyor mu, karşıtlar, çelişkiler yeterince vurgulanıyor mu?
Bu yazımda gündeme gelen mizah anlayışının günümüzde çok geçerli olan kaba saba bir güldürü anlayışının, ucuz, bayağı esprilerin, küfürlü konuşmaların tam karşıtı bir duruşu sergilediğini görüyoruz.