Şiddeti doğuran şiddettir. Şiddetin kökenlerinde hırs, rekabet, öfke, kin gibi duygular yer alır. Bu duyguları ego merkezli bir zihniyet körükler. Bu zihniyet ise yıkıcı düşüncelerle beslendiği oranda tüm yoğunluğuyla etkisini sürdürür. Böylelikle yıkıcılık insanı öylesine etkisi altına alır ki önüne geçilmesi artık olanaksızdır
Dizilerde şiddet izleyiciyi ekrana kilitleyen en temel güç olarak kullanılıyor. “Sen Anlat Karadeniz”de kıskançlıktan gözü dönmüş olan adam kadını yere yatırır, sesi duyulmaması için ağzını sımsıkı kapar, sonra da parmaklarını kırar. Bu sahne öylesine tedirgin edicidir ki Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu başta olmak üzere birçok kadın kuruluşu dizinin şiddete özendirdiği gerekçesiyle bir tepki göstermişti. Aynı dizide bütün bir yörenin, yani Karadenizlilerin büyük bir şiddet gizil gücü barındıran sert ve maço erkekler olarak gösterilmesi de eleştirilmişti. Bu dizinin yapımcılarına sorarsanız dizinin amacı kadına karşı şiddeti göstererek şiddete karşı bir duruş sergilemektir. İyi ama şiddet nasıl sergileniyor? Ne dereceye kadar nedenlerine ve kökenlerine inilebiliyor? Hangi ortam ve koşullarda ortaya çıkıyor, nasıl gelişiyor, şiddeti besleyen zihniyet nedir, bu zihniyetin ardında hangi ideolojiler yatıyor? Eril koşullanma ve otoriter yapılanma ile şiddet arasında nasıl bir bağlantı var?
Şiddeti doğuran şiddettir. Şiddetin kökenlerinde hırs, rekabet, öfke, kin gibi duygular yer alır. Bu duyguları ego merkezli bir zihniyet körükler. Bu zihniyet ise yıkıcı düşüncelerle beslendiği oranda tüm yoğunluğuyla etkisini sürdürür. Böylelikle yıkıcılık insanı öylesine etkisi altına alır ki önüne geçilmesi artık olanaksızdır. Dizilerde şiddet genellikle erkeğin tekelindedir. Kadınlar şiddete olumlu bakmasalar bile, şiddetsiz hiçbir yere varılamayacağını bilirler. Erkek üstün bir varlık olarak ne kadar güçlüyse kadın da o kadar erkeğin korumasına bağlı ve güçsüzdür. Bu değişmeyen bir formül olarak yer alır . Erkeğin şiddet uygulaması onun yapısı ve korumacı görevi gereği doğaldır, ama kadın şiddete başvuruyorsa mutlaka hasta ruhludur.
Şiddet dolaysız olarak gösteriliyorsa toplumsal bağlamından soyutlanarak pornografik bir boyut kazanıyor. Bu yönüyle bu tür sahnelerin sansasyonel, dahası sadomazoistik bir yanı var. Bunun “Bu Kalp Seni Unutur mu” gibi yakın tarihimizi irdeleyen diziler bile önüne geçememişti. Diyarbakır Hapishanesindeki işkence sahnelerinin sapık bir komutana indirgenerek anlatılması dizinin devlet şiddetini gündeme getiren eleştirel boyutunu yok ediyordu. Çoğu dizide şiddet sadece gerilimi arttırmak için kullanıldığı için şiddeti tetikleyen güçler gösterilmiyor ya da gösterilse bile temellerine inilmediği için anlık etkiler olarak kalıyor. Yine bir çok dizide şiddet heyecan uyandırmanın ötesinde sorunların çözümlenmesindeki tek çözüm yolu olarak gösteriliyor. İyiler-kötüler savaşımında şiddete başvurmadan hiçbir şeyin değişmeyeceği iletisi şiddeti doğal karşılamamızı sağlıyor.
Cinsel şiddetin en uç noktasını oluşturan tecavüz de bazı dizilerde yer alıyor. Neden, sansasyon yaratmak için mi, yoksa iletilmek istenen bir mesaj mı söz konusu? “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisi başladığında kıyamet kopmuş, bundan yararlanmak isteyen açıkgözler piyasaya Fatmagül şişme bebeklerinden külotlarına akla hayale gelecek her tür saçmalığı sunarak, dizinin önemine ve ciddiyetine gölge düşürmüşlerdi. Oysa dizinin amacı tecavüzü sergilemek hiç değildi, tecavüze karşı direnen ve sonunda tecavüzcüleri hapse kadar götüren uzun ve sancılı bir mücadeleyi göstermekti ki, bu konuda dizi çok başarılıydı.
Şiddet Michael Haneke’nin filmlerinde yaptığı gibi kör gözüme göstermeden sorgulanabiliyorsa etkileyici olabiliyor. Doğrudan gösterilmediği oranda hem hayal gücümüzü hem düşünme yetimizi harekete geçiriyor. Böylece şiddete yol açan bağlantılar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu da şiddetin nedenlerini mercek altına almamızı kolaylaştırıyor. Ama şiddetin izleyiciyi kolay yoldan etkileyebilecek öylesine vurucu bir gücü var ki nitelikli sinema filmlerinde bile bu düzeyin kolay kolay yakalanamadığını görüyoruz.