Yıldız Kenter gibi bir sanatçı aramızdan ayrıldığında ölüm olgusu herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşamını yitiren çok ünlü bir tiyatrocunun ölümünden çok daha farklı bir anlam ve boyut taşıyor. Ölümü çok ama çok büyük bir kayıp olarak yaşıyoruz. Sanki bizim de içimizden bir şeyler kopup gidiyor. Çağdaş tiyatromuza damgasını vurmuş sanatçımızın sayısı sınırsız değil çünkü.
Yıldız Kenter için hazırlanan törene katılmak üzere Kenter Tiyatrosu’na gittim. Yıldız Kenter’le vedalaşmak benim için bir çok kimse gibi çocukluğumla, gençliğimle vedalaşmak anlamına geliyor. Kapının önünde muazzam bir kalabalık, tiyatrocular, sanatçılar, öğrenciler, izleyiciler, basın, her yaştan insanlar, tek tük tanıdık yüzler ya da eski dostlar…Kapının önünde beyaz bir cenaze arabası…Enerjimin düştü birden, ağlamamalıyım, hayır ağlamamalıyım.
On yaşındayım. Anneannemle (Seniha Bedri Göknil) Çöl Faresi’ne gidiyoruz. Kenter Tiyatrosuna ilk gidişim belki de tiyatroya ilk gidişim. Oyunu anneannem çevirdiği için bana bu tiyatronun yıldızı oymuş gibi geliyor, eş dostun elini sıkarken, iyice kabarıyorum. Ama sonra perde açıldığında oyunu yanı başımda benimle birlikte büyük bir heyecanla izleyen anneannemi unutuyor ve sahnenin, özellikle de oyunun başkişileri sevgili Yıldız ve Müşfik Kenter’in büyüsüne kaptırıyorum kendimi. Oyunun sonunda izleyici salonu yıkılıyor alkıştan. Evde günlerce Çöl Faresi’ni konuşuyor, bazı sahneleri anneannemle okuma tiyatrosu gibi canlandırarak okuyoruz. Anneannem hayranlıkla Yıldız Kenter’i anlatıyor, ne kadar azimli ne kadar çalışkan bir insan olduğunu…
Yeniyetme yıllarım: Salıncakta iki kişi, Pembe Kadın , Sırça Köşk, Sandalyeler , Ders ve daha nice oyunlar…Tenesse Williams, Eugen O’Neill, Steinbeck, Ionesco daha nice yazarlar…Her biri belleğimde yer ediyor. Pembe Kadın’ı sevgili hocam Mahmedet Şahinler’in dersinde günlerce tartışıyoruz.
On dokuz yaşındayım. Max Frisch’in deneysel oyunu Biyografi’yi çevirip götürüyorum Yıldız Hanıma. Hayata yeniden başlama şansınız olsaydı neleri değiştirirsiniz sorusundan yola çıkan bu oyunun, oyun içinde oyun biçiminde gelişen deneysel bir kurgusu var. Kenter’lere hem uyuyor hem de uymuyor. Konu açısından uyuyor ama dramatik tiyatro anlayışını kıran deneysel yaklaşımı açısından hiç uymuyor. Yıldız hanım bana tüm sevecenliğiyle neden uymadığını anlatmaya çalışıyor ama pek kafam almıyor. Hem büyük bir hayranlık hissediyorum ona hem de o farklı bir kuşağın insanı diye düşünüyorum.
Yıllar sonra çok kısa bir süre Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin yöneticisiyim. Yıldız Hanıma sevgi, saygı ve hayranlıkla hem çok büyük bir yakınlık hem de uzaklık hissediyorum. Çok güzel bir duruşu ve üslubu var ama neden bu üslubun dışında bir şeyi pek kabul edemiyor? Neden Stanislavski çizgisindeki dramatik tiyatro anlayışını tek doğru olsun? Neden çağdaş yorumlara kuşkuyla bakıyor? Çok sevdiğim saydığım bana yol gösteren insanlarla ortak bir noktada buluşma isteğim öyle yoğun ki…Keşke Yıldız hanıma daha yakın olabilsem…
İki binli yıllarda Radikal’de Perihan Mağden’in Yıldız Kenter Tiyatrosunu yerle bir eden esprili, komik ama sonderece saygısız yazısını okuyorum şaşkınla. Yıldız Kenter’e bu öfke niye? Tiyatroya bu öfke niye? Neden bu tepeden bakan yeniyetme tavırları? Saldırganlık “ben varım”demenin bir yolu mu acaba?
Kuşaklar arası çatışmanın kuşaklararası bir düşünce ve duygu alışverişine dönüştürülmesini istemek çok mu ütopik bir şey? Bizden öncekilerden bizim, bizden de bizden öncekilerin öğreneceği hiç bir şey yok mu? Dün, bugün ve yarın bir akış içinde birbirini tamamlamıyor mu? Öyleyse neden hep duvarlar örülüyor?
On bir yıl önce: Uluslararası Tiyatro Festivali yöneticiliğinden Dikmen Gürün’ün ayrılışının veda yemeğindeyiz. Yıldız hanımla son yıllarda yaşadığı ezber sorunu üzerine sohbet ediyoruz. Yaşlanma üstüne düşünüyorum. Kendini sahnede var eden bir insanın yaşlanması nasıl bir şey acaba? Bir çok sanatçı yüzünü ameliyatlarla bir maskeye dönüştürmede buluyor yolu. Sözde gençleşen yüzle birlikte içindeki ruh da sönüp gidiyor…Yıldız hanıma bakıyorum sevgiyle, yüzü hala ışık dolu, hala karizmatik ve hoş. Dikmen Gürün o gece bana Yıldız Hanımın yaşamını kaleme alacağını söylediğinde öyle seviniyorum ki. Ne kadar önemli ve değerli bir karar.
Şimdi Tiyatro Benim Hayatım’ı okumadıysanız okumanın tam zamanı.Biz izleyiciler için Yıldız Kenter’le vedalaşmanın en güzel yollarından biri de bu kitap belki de.