Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu: Bilinçli bir izleyiciysek neden dizi izlemeyelim

Bu söyleşi Eylem Buldu tarafından gerçekleştirilmiş ve 19 Nisan 2020 tarihinde Evrensel Gazetesi‘nde yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Toplumun birçok kesimi tarafından izlenen dizileri inceleyen Yazar, Tiyatro Eleştirmeni Zehra İpşiroğlu ile “Televizyon Dizi Pusulası Dizi Eleştirisinin Temelleri” adlı kitabı üzerine sohbet ettik.

Uzun yıllardır televizyonda en çok izlenen programlar sıralamasında diziler ön sırada yer alıyor. Televizyon izleme alışkanlığı bireyin kendisini tanımasını, çevresini ve farklı yaşamları algılamasını sağlıyor. Bu nedenle dizilerde işlenen konuların toplum üzerinde kodlama görevi yaptığını söylemek çok da yanlış bir düşünce olmaz. Toplumun birçok kesimi tarafından izlenen dizileri inceleyen Yazar, Tiyatro Eleştirmeni Zehra İpşiroğlu ile “Televizyon Dizi Pusulası Dizi Eleştirisinin Temelleri” adlı yeni kitabı üzerine sohbet ettik. İpşiroğlu’nun kadın, şiddet, aile, eril zihniyet, ideoloji eleştirisi, gençlerin karakterleri model alma davranışları üzerine kitapta yaptığı saptamaları, hem dizi izleyicisini bilinçlendiriyor hem de yapımcılara ve senaristlere izlemeleri gereken yol hakkında bir rota çiziyor.

“Dizi Alımlaması ve Dizilerde Toplumsal Cinsiyet” olarak iki bölümden oluşan “Televizyon Dizi Pusulası Dizi Eleştirisinin Temelleri” kitabınızı yazma amacınızı kısaca özetleyebilir misiniz?

Milyonlarca insan dizi izliyor. TV dizileri, özellikle de şiddet içeren diziler insanları çok olumsuz etkiliyor. Bir tür uyuşturucu etkisi yaparak gerçek yaşamdan kopardığı gibi ideolojik açıdan da ciddi bir beyin kirliliğine yol açıyor. Bu tür dizilerden kendimizi nasıl koruyabiliriz düşüncesi vardı bu kitabı yazarken. İşte bu noktada eleştirel bakış önem kazanıyor. Çünkü eleştiri, beyin kirliliğine karşı bağışıklık kazanmamıza yol açıyor. Bu tabii sadece diziler için değil her şey için söz konusu. Kitabın ilk bölümünde dizi eleştirisinin temellerini atmaya çalışırken toplumsal cinsiyet konusunun ağırlık kazandığı ikinci bölümde ideoloji eleştirisi yapıyor, eril zihniyetin ağırlık kazandığı dizilerde annelik, erdemli kadın, kötü kadın gibi belli rollerin kadına nasıl dayatıldığını somut örneklerle gösteriyorum.

“YETERİNCE ARAŞTIRMA YAPILMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM”

Kitabınızı hazırlarken kaç dizi örneğini ele aldınız? İnceleme esnasında dizileri izledikten sonra düşüncelerinizi nasıl özetliyorsunuz?

Sayısını tam bilemeyeceğim ama yıllar içinde epey malzeme oluştu. Ama şunu söyleyeyim ki bunlar en kötü diziler değil, izlemeye bir dereceye kadar dayanabileceğim dizilerdi. İzleme sürecinde not alıyordum. Böylece o diziyle ilgili en temel noktalar zaman içinde kendiliğinden çıkıyordu.

Örnek bir dizi nasıl olmalıdır? Var mı iyi bir örnek teşkil eden dizi?

Fatmagül’ün Suçu Ne?, Çemberimde Gül Oya, Bu Kalp Seni Unutur mu?, Hatırla Sevgili, Kayıp Şehir, İstanbullu Gelin, Mucize Doktor, Fi Çi gibi severek izlediğim ve iyi olduğunu düşündüğüm diziler var. Bu dizilerde de sorunlu bulduğum noktalar vardı tabii, o ayrı bir konu. Ama senaryo, kurgu, oynanış, düşünsel açılım ve izleyiciye iletilen mesajlar açısından yine de nitelikli olduklarını düşünüyorum. Kitapta nitelikli bir diziyi niteliksiz bir diziden nasıl ayırt edebileceğimizi yine somut örneklerle göstermeye çalışıyorum.

Asla yayımlanmaması gerektiğini düşündüğünüz bir dizi var mı?

Kurtlar Vadisi örneğin, aşırı şiddet içerdiği ve milliyetçi ideolojisi açısından… Ama bölük pörçük birkaç bölüme bakabildim ancak dayanılmaz bir şey. Sen Anlat Karadeniz’de bu tür bir şiddetin gösterilmesini hiçbir zaman tasvip etmediğim için (Buna şiddetin pornografik boyutu diyorum) seyredemedim. Oyunculuk açısından da senaryo açısından da saçma sapan yapay olaylarla ve hiç de inandırıcı olmayan klişe karakterlerle dolu tam anlamıyla rezalet bulduğum bazı diziler de var.  Adı Zehra ya da İçimdeki Deniz gibi. Ama bence onların da mercek altına alınması gerekiyor. Bu konuda bir araştırma yazmak isteyen olursa seve seve danışmanlık yapabilirim tabii. Öte yandan muhafazakarlık adına dini kullanan diziler de var tabii. Dayanma sınırını aştıkları için onlara hiç bakmadım. Ama bu konularda araştırma yapılması önemli. TV dizileriyle ilgili olarak yeterince araştırma yapılmadığını düşünüyorum. Bu alanda tek tük çalışmalar varsa da bana göre yeterli değil.

“DİZİ İZLEMEYİ AYIP SAYAN AYDIN BİR KESİM VAR”

Dizi izleme oranları oldukça yüksek. Buna rağmen bazı kesimler tarafından dizi izlemek küçümseniyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Haklısınız benim çevremde de dizi izlemeyi neredeyse ayıp sayan aydın bir kesim var. Bunların içinde tek tük izleyenler de vardır mutlaka ama bunu sergilemekten kaçınıyorlar. Ben milyonlarca insanların izlediği dizileri küçümsemenin eliter bir bakış olduğunu düşünüyorum. Bu yanlış bana göre. Önemli olan ne izlediğimiz ve nasıl izlediğimiz. İyi bir dizi aynen iyi bir roman gibi büyük bir keyif verebilir bize. Öte yandan önemli olan bilinçli bir izleyici olabilmek, nitelikli bir diziyle niteliksizi ayırabilmek. Bu yetiyi elde etmişsek, yani bilinçli bir izleyiciysek neden dizi izlemeyelim?

“Televizyon Dizi Pusulası” kitabınızda en çok dikkatimi çeken başlıklarınızdan bir tanesi “Şiddet ve Karizma” oldu. Tehlikeli bir ikili değil mi?

Tabii çok. Ama şiddet sorgulanmıyor ki, tam tersine şiddeti uygulayan erkekler kahraman olarak gösteriliyor. Bu nedenle de genellikle çok karizmatikler Karadayı dizisinde olduğu gibi. Erkekler haksızlığa karşı direndikleri, sevdiklerini korumak istedikleri için şiddete başvuruyorlar. Bu da şiddeti haklı çıkarıyor. Bir Zamanlar Çukurova’daki Tekeli karakterinde olduğu gibi şiddetsiz bir yaşamı savunan erkekler neredeyse hiç yok gibi.

İyi bir dizi senaryosu nasıl olmalıdır?

İlginç bir konunun gündeme gelmesi, bu öykünün uzatmalara ve tekrarlara yer vermeden çok iyi bir biçimde kurgulanması ve sunulması iyi bir dizinin temelini oluşturuyor. İyi bir senaryoda önemli olan öykü ve söylem düzleminde bir bütünlüğün olması. Öte yandan olayların İstanbullu Gelin’de olduğu gibi doğal bir akış içinde gösterilmesi, izleyiciyi kolaylıkla tavlayacak yapay olaylara, saçma sapan rastlantılara yer verilmemesi. Söz gelimi internet dizilerinden Fi Çi bu açıdan çok başarılıydı. Başarılı bir senaryo oyuncuya da rolünü iyi yoğurabilmesi için çok büyük bir fırsat veriyor tabii. Öte yandan senaryo iyi olmasa da oyunculuk performanslarıyla diziyi ayakta tutan diziler var ki, açıkça bunu sorunlu buluyorum. İyi bir oyuncunun biraz da ne yaptığının sorumluluğunu taşıması gerekiyor bana göre.

“BİR KADIN, KURTARICISI OLMADAN AYAKLARI ÜSTÜNDE DURAMAZ MI?”

Karakterleri rol modeli alan büyük bir kesim var. Dizilerde konu olarak kadına şiddet, şiddet döngüsünün ataerkilliği gibi konular yoğun bir şekilde işleniyor. İşlenen konular ve rol modeli alınan karakterler doğrultusunda toplum nasıl şekilleniyor?

Ataerkil zihniyetin sürdüğü ortamda karakterlerin rol modeli olarak alınması çok sorunlu tabii ki. Bu zihniyete göre erkekler korkusuz, dirençli, sorumluluk sahibi kişiler olarak ele alınıyorlar. Şiddet kullanmaları da hem doğaları hem koşullar gereği çok doğal; kadınlar ise erdemli, yumuşak sevecen ve anaç olarak yoğruluyorlar… Anlatılan hep erkeklerin güç, iktidar ve rekabet dünyası. Kadın bu dünyada bir süs bebeği gibi sadece bir araç, hep ikinci konumda. Çünkü yaşamını hep onu koruyacak bir erkeğe göre biçimlendiriyor. Kısaca belli klişeler var karakterler de bu doğrultuda yoğruluyor. Aslında bunlar toplumda zaten var olan ve yaşanan modeller, dizilerde de tekrarlanarak daha da özendiriliyorlar. Dizilerdeki kişileri rol modeli olarak alan izleyici de bu kısır döngüden haliyle kurtulamıyor.

Kadının başrol olduğu tüm dizilerde anneliğin tek varoluş olarak gösterilmesini, iyiliğin temelinin anne olmakla ilişkilendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Annelik tabii ki ele alınması gereken çok önemli bir konu. Bu açıdan da çocukları için mücadele eden anneleri birçok dizide görüyoruz. Ancak bunun hayatta başka bir şey yokmuş gibi böylesine mutlaklaştırılması tuhaf. Dikkat ederseniz dizilerde gösterilen güçlü kadınların hemen hepsinin güç kaynakları annelikleri. Anne olmayanların bile Anne ya da Kasaba dizisinde olduğu gibi annelik duyguları çok güçlü. Peki ama bir kadın anne olmadan da, erkek kurtarıcısı olmadan da kendi ayaklarının üstünde duramaz mı?  Kendi yaşamını kendi çizemez mi? Bu mümkün değil mi? Anlaşılan dizi yapımcıları böyle bir şeyi hayal bile edemiyorlar.

Kutsal aile kavramı da dizilerin olmazsa olmazı. Kardeşler arası çıkar kavgası, aile baskısı, ebeveynler ile çocuk ilişkisi empatiyi güçlendirirken sorgulayıcı yanı aza indirgemiyor mu? Kutsal aile kavramı bireylerin haklarına yer veriyor mu?

Aile ve bireyi yan yana koyduğunuzda bireyin hiçbir hakkı yok, önemli olan aile(!) Bu dizilerin hemen hepsinde böyle. Tabii ailede bir hiyerarşi de var baba. Babanın olmadığı yerde anne ne derse o oluyor. Bundan bütün çocuklar paylarını alıyorlar doğal olarak çocuk çok daha yoğun bir baskı mekanizmasının içinde. Çünkü işin içine namus giriyor. Kuşaklararası değerlerin çatışmasından ötürü ailelerde büyük trajediler yaşanırken, geleneksel değerler çoğunlukla sorgulanmıyor. Anne ve babaların çocukları kendi malları gibi görmeleri, onların yaşamına karışmaları, onları maniple etmeleri doğal bir şeymiş gibi gösteriliyor.  Fazilet Hanım ve Kızları buna çok tipik bir örnek veriyordu. Tabii Bir İstanbul Masalı’nda olduğu gibi ailedeki hiyerarşik yapılanmayı sorgulayan ve eleştiren diziler de var ama azınlıkta kalıyor. Öte yandan çocuklar da rahatlıkla anne ya da babalarına inanılmaz baskılar yapabiliyorlar, kendilerinde onların hayatına karışma hakkını görebiliyorlar. Karagül dizisi buna çok tipik bir örnek veriyordu.

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *