Zehra İpşiroğlu’nun yazdığı, Ayla Algan’ın yönettiği “Lena, Leyla ve Ötekiler” isimli oyun 2015 – 2016 tiyatro sezonunda Bakırköy Belediye Tiyatroları Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahneleniyor. Bu tek kişilik oyunun oyunculuğunu Cihan Bıkmaz Eresen, dramaturgluğunu ise Ceren Ercan üstleniyor.
Ukrayna’da sosyoloji eğitimini tamamlayan Lena, Mustafa adlı bir gence aşık olur ve ondan hamile kalarak Türkiye’ye gelir. Türkiye’de Mustafa ile imam nikahlı olarak yaşamaya başlar. Mustafa’nın ailesinin dayatması üzerine Lena türban takmak ve adını da Leyla olarak değiştirmek zorunda kalır. Oyunda Lena’nın hikayesine paralel olarak Çernobil Nükleer Santrali’nin patlaması sonucu meydana gelen kayıplar, Türkiye’de özellikle kenar mahalle bölgelerde yükselen muhafazakar anlayış gibi tarihsel süreçler toplumsal düzlemde tartışılır.
Oyun birbirine zıt iki farklı yaşamı görünür kılmaktadır. Lena; Kiev’deyken operaya giden, piknik yapan, şarkı söyleyip dans edebilen, hayatını ‘özgür’ yaşayabilen bir kadınken, Türkiye’de her tarafı Mustafa gibi muhafazakar düşünceye sahip insanlarla çevrili olduğu için hiçbir şey yapamayan ve kapanmak zorunda kalan ‘tutsak’ bir kadına dönüşür. Lena, Çernobil’den kaçmıştır ama Leyla olarak başka bir Çernobil’in içine düşmüştür: Güneşören’e… Lena; değer verilen, sürprizli bir kadınken; Leyla, evde oturan, değersiz, dışarıda çalışmaktansa çocuğa bakması ‘gereken’ bir kadındır. Kiev’de Pamuk Prensesken burada kendini Külkedisi olarak bulur. Lena; kendi olmasına izin verilmediği, Leyla olarak yaşamaya devam edemediği anda kendisine bir çıkış yolu bulur ve çalışmaya başlar. İş yeri onun için kendi iradesiyle karar verebildiği bir yerdir. Çalışırken başını kapatmaz ancak eve giderken tekrar örtünür. Bu durum Lena’ya bir nebze olsun nefes aldırmışsa da kim olduğunu düşünmesine engel olamamıştır. Lena bundan sonra kendisine Leyna demeye karar verir. Taa ki patronu Lena’nın hem içeride hem de dışarıda örtünmesine karar verene kadar…
Oyun boyunca Lena’nın kendine yeni bir kimlik oluşturma çabasına, aidiyet karmaşasına, kendini sorgulama–kendi olma sürecine tanık oluruz.
Oyunda döngüsel bir zaman kullanımı vardır. Oyun metninde Lena; hastanededir, dolayısıyla mekan da hastane olarak tasarlanmıştır. Doktor Lena’ya, iyileşebilmesi için başından geçenleri anlatmasını, kendi olarak yaşayabilmesini, Lena’yı, Leyla’yı ve diğerlerini unutmasını söylemiştir. Hikayesinin sonuna geldiğimizde Lena fenalaşır, hastaneye kaldırılır ve oyun başladığı yere geri döner. Ayla Algan ise sahnelemede, izleyenlere bir kadının bilinçaltını gösterir. Arkada gördüğümüz düz duvara yansıtılan Lena’nın görüntüleri, zihinden geçen fikirleri ve iç sesi görünür kılar. Işık yardımıyla oluşturulan hapishane parmaklıkları, dışarıyı ses ve ışıkla tanıma, kapatılmışlığı simgeler. Bilinçaltını çağrıştıran bu form, tek kişilik oyundaki uzun anlatıları diyaloğa dönüştürerek işlevsellik kazanır, oyunun yorum temeline hizmet eder. Ayrıca projeksiyon sayesinde hem Lena’nın hem de Leyla’nın iç çatışması gözler önüne serilerek tek taraflı bir yargılamadan kaçınılır.
Lena, Leyla’yı tanımlarken gerçeklerden ve olması gerekenlerden bahseder. Bu düşünsel süreçte Leyla da git gide kendisinin bir kopya olduğuna inanır. Oyunda ‘kadın’ herkesin kendi inanışına ve yaşam biçimine göre şekillendirmeye çalıştığı bir figür olarak vardır. Kimim ben?, Neyim ben? sorgusu izleyiciye yöneltilmiş, izleyenin de Lena, Leyla ve diğerlerinden farklı olmadığının altı çizilmiştir.
Oyunda sergilenen oyunculuk gerçekçi oyunculuk anlayışına yakındır. Oyuncunun mekan değişimlerini ve diğer karakterleri de canlandırması anlatının dilini kuvvetlendirmiş, sahneye bir hareketlilik kazandırmıştır. Bunun dışında oyun, bizlere bir kadının benliğini yitirmesini gösterirken diğer taraftan geride kalan geçmişine tutunmasının zorluğunu da hissettiriyor. Her ne kadar zor olsa da Lena, var olabilmek adına geçmişinden kopamıyor.