Zehra İpşiroğlu’nun Çınar yayınlarından çıkan son kitabı ve ilk tiyatro oyunu ‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesi’nde çocuk hakları sorununu gündeme getiren çarpıcı bir karagüldürü. İnsan haklarının hiçe sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Şiddet, baskı, tutuklamalar, soruşturmalar, dayak yaşamımızın bir parçası.
Bundan çocuklar ve gençler de paylarını fazlasıyla alıyorlar. Gün geçmiyor ki televizyon ekranlarında iç karartıcı şiddet sahneleriyle, sözgelimi savaş karşıtı bir yürüyüşe katıldığı için yerlerde sürüklenen, coplanan öğrenci görüntüleriyle karşılaşmayalım. ‘En kötüsü de ‘diyor Zehra İpşiroğlu kitabın önsözünde demokrasinin yeterince kök salmamış olduğu otoriter bir yapılanma içinde otoriteyi içselleştirmemiz, baskıyı, dahası şiddeti olağan saymamız. Sorunları görmezden gelme, bastırma olağan davranışlar’. İşte ‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesi’nde böyle bir ortamda çocuk olmanın ne demek olduğunu irdeliyor.
Çocukluğumuzun sevimli dostu Pinokyo’yu tanımayan yoktur. O marangoz Gepettonun yarattığı bir tahta parçasıdır ama zaman içinde sosyalleşerek gerçek bir çocuk olma hakkını kazanır. Türlü yanlışlar yaptıktan sonra, bunlardan kendine bir kıssadan hisse çıkarır. Bu kitaptaki Pinokyo da aynen orijinali gibi ele avuca sığmaz ama iyi yürekli bir tahta parçasıdır. O da bir değişim geçirir ama bu değişim kitabın orijinalinde olduğunun tersine olumsuz bir değişimdir. Çünkü Pinokyo Kral Übü’nün ülkesinde yaşamaktadır. Ünlü Fransız yazarı Alfred Jarry’nin ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yarattığı Kral Übü tipi kelimenin tam anlamıyla çirkin bir insandır. Yeme, içme, para, iktidar tutkusundan başka bir şeyi gözü görmeyen ilkel bir yaratık. Önüne geleni yok eden bir diktatör. ‘Günümüzün G.W.Bush’u’.
Jarry’nin okulda nefret ettiği öğretmenini düşünerek yazdığı ‘Kral Übü’ 1896’da ilk kez sahnelendiğinde ortalığı birbirine katmış, kısa bir süre sonra da yasaklanmıştı. Aradan bir yüzyıldan fazla bir süre geçti ama Pinokyo da Übü de yaşıyor. Übü ilk ortaya çıktığında dehşetle karşılanmıştı, şimdi ise yazarın da önsözünde vurguladığı gibi yaşamımızın doğal bir parçası oldu. O içimizden biri. Yeter ki meydanı boş bulmasın. Bulduğu anda mikrop gibi üreyip tümümüzü de yok edebicek denli tehlikeli.. Çünkü o yalnızca içimizden biri olarak kalmayabilir bir kaçı olabilir ya da bir çoğu ya da çoğunluğu ya da herkes…
Übülerin egemen olduğu bir dünyada Pinokyo nasıl bir gelişim gösterebilirdi, bu sorudan yola çıkan bu karagüldürü Pinokyo’nun giderek Übüleşmesini adım adım izliyor. Çeşitli masal figürleriyle naif bir çocuk oyunu gibi başlarken oldukca acımasız bir karagüldürü olarak gelişiyor. Böylece çocuğun kendi kimliğini bulmasına izin vermeyen yıkıcı güçlere atıf yaparak çocuk hakları sorununu buruk bir gülmece anlayışı içinde gündeme getiriyor.
‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesi’nde bir çocuk oyunu mu, yoksa yetişkin oyunu mu? Yazar bu soruyu ‘Küçük Prens ne kadar çocuk kitabıysa bu da o kadar çocuk kitabı’ diye yanıtlıyor. ‘Kral Übü ne kadar yetişkinlere yönelik bir oyunsa bu oyunda o kadar yetişkinlere yönelik’. Oyunun kimin tarafından nasıl alımlanacağı nasıl sahneleneceğini de belirleyecektir kuşkusuz. Bu oyun sorgulayıcı ve düşündürücü bir çocuk oyunu gibi sahnelenebileceği gibi yetişkinlere yönelik grotesk bir taşlama, vurucu bir karagüldürü olarak da sahnelenebilir. Oyunda dünya yazınındaki çeşitli motif ve izleklerden serbestce yararlanılması, çeşitli kültürlerden gelen masal figürlerinin kullanılması, hem oyunun model karakterini pekiştiriyor, hem de yabancılaştıran bir bakışın yakalanmasını sağlıyor. Bu açıdan da tüm oyunun grotesk bir kukla oyununu andırdığı söylenilebilir.
Yazar kitabında başına koyduğu Dramaturgi Notlarında oyunun nasıl sahnelenebileceğine ilişkin somut ipuçları sunuyor. Sözgelimi oyundaki tiplerin belli düşünceleri ya da görüşleri simgeledikleri gözönüne alınarak oyunun simgesel boyutunun çıkartılması, oyunun kurgusal bütünlüğünü oluşturan Pinokyo’nun değişiminin çeşitli aşamalarının çıkartılması, oyun olumsuz bile bitse gene de bir umudu dile getiren açık sonunun belirtilmesi, gene kurgusal bütünlüğü oluşturan şiddet izleğinin net çizgilerle ortaya çıkartılması, kilit sahnelerin açılması ve dramaturjik kurguyu destekleyici bir müziğin kullanımı vb. Hem düşündürücü hem de eleştirel özellikleriyle okunması başlı başına bir keyif olan bu oyun, umarız tiyatroda da yaratıcı yönetmenini bularak izleyicisine ulaşabilir.
Son olarak kitabın Ayşe Fırıcıoğlu tarafından hazırlanan kapağına da değinmeden edemiyeceğim. Kitabın kapağı çoğalan Übüler, Übüleşen Pinokyo ve bir bataklığı andıran kırmızı yeşil renklerle karabasanımsı bir etki uyandırarak oyunun içeriğiyle birebir örtüştüğünden gerçekten çok çarpıcı…