Ünlü sinema yönetmeni Frederico Fellini “Pinokyo büyülü bir dünyaya götürüyor bizi. Bu bir çocuk kitabı değil sadece. Yaşam boyu bize eşlik edebilecek bir kitap” diyordu. “Farklı zamanlarda ve dönemlerde tekrar tekrar okudum bu kitabı. Kitabın en kötü yanı bence sonu, Pinokyo’nun gerçek bir çocuğa dönüşmesi. Collodi bizlere on dokuzuncu yüzyıldan kalma bir yazar olarak tam bir ahlak dersi veriyor bu sonla. Bence çok yazık, çünkü Pinokyo Pinokyoluktan çıktığı anda çocukluğunu da yitiriyor…Toplumun kurallarına körü körüne boyun eğen bir budalaya dönüşüyor”.
Frederico Fellini’nin yaşamının son yıllarında üzerinde düşündüğü Pinokyo projesiyle benim gençler ve yetişkinler için yazdığım “Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesinde” adlı tiyatro oyunum arasında benzerlikler çok. Pinokyo’nun sosyalleşme süreci sonucundaki dönüşümünü ben de olumlu bir süreç olarak göstermiyorum. Hele Pinokyo’nun ortalığı kasıp kavuran o korkunç yaratık Kral Übü’nün ülkesinde yaşadığını göz önüne alacak olursak nasıl olumlu olsun ki?
Pinokyo bilirsiniz şirin, sevimli, komik, aynı zamanda haylaz ve dik kafalıdır, babasını üzer, yalan söyler, okulunu asar, kolayca kandırılır. Evet tüm bunlar Pinokyo’nun özellikleridir ama en önemlisi altın gibi bir yüreği olmasıdır, öylesine temiz ve saftır ki, kolayca üç kâğıtçıların ağına düşer. Ama sonunda yaptığı yanlışlardan kendisine bir hisse çıkarır ve gerçek bir insan, daha somut bir deyişle toplumun bireyi olmayı hak eder…
Ama ya Pinokyo olumlu bir toplumsallaşma yaşamasına izin vermeyen bir toplumun insanıysa? O zaman bu sevimli kukla kendi kimliğini nasıl bulacak, nasıl gelişecek, nasıl bir insan olacak?
İşte günümüz Pinokyo’su üzerinde düşünürken Alfred Jarry’nin ünlü tiplemesi ‘Kral Übü’ canlandı gözümün önünde. Kral Übü armut biçimi kafası, doymak bilmeyen gözleri, faraş gibi ağzı, koca göbeğiyle kelimenin tam anlamıyla çirkin bir insandır. Yeme içme, para iktidar tutkusundan başka bir şeyi gözü görmeyen ilkel bir yaratık. Önüne ne gelirse acımasızcana yok eder. Yıkıcı ve tüketici olduğu oranda da güçlüdür. Tipik bir karagüldürü oyunu olan ‘Kral Übü’ 1896’da ilk kez sahnelendiğinde ortalığı birbirine katmış ve kısa bir süre sonra da yasaklanmıştı. ‘Bu oyunla izleyiciye ayna tutmayı amaçlıyordum’ diyordu Jarry. Bu aynada kendi iğrenç görüntüsünü, budalalığını, alçaklığını, içgüdülerin pervasızca ortaya dökülüşünü gören izleyicinin canevinden sarsılmasına hiç şaşırmadım’.[1]
Jarry ‘Kral Übü’yü yazdığından bu yana yüzyıl geçti. Ama tıpkı Pinokyo gibi Kral Übü de hala yaşıyor. İlk ortaya çıktığında dehşet ve tiksintiyle karşılanmıştı. Şimdi ise yaşamımızın doğal bir parçası oldu. O içimizden biri. Yeter ki meydanı boş bulmasın. Bulduğu anda mikrop gibi üreyip tümümüzü de yok edebilecek denli tehlikeli. Çünkü o yalnızca içimizden biri olmakla kalmayabilir, birkaçı olabilir ya da bir çoğu, ya da çoğunluğu ya da herkes….
Peki Übü’lerin egemen olduğu bir dünyada Pinokyo nasıl bir gelişim gösterebilirdi? Daha somut bir deyişle Übü’lerin yönettiği bir dünyada Pinokyolar olabilir mi? Bu soru ‘Pinokyo Übü’nün Ülkesi’nde oyununun çıkış noktasını oluşturdu. Çeşitli masal figürleriyle nayif bir çocuk oyunu gibi başlayan bu oyun oldukça acımasız bir kara güldürü olarak gelişiyor. Böylece çocuğun kendi kimliğini bulmasına izin vermeyen tüketici ve yıkıcı güçlere gönderme yaparak ‘çocuk hakları’ sorununu gündeme getiriyor. Amacı bir masal aracılığıyla bu sorun üzerinde düşündürmek.
‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesi’nde bir çocuk oyunu mu, yoksa yetişkin oyunu mu? Hiç de kolay olmayan bu soruyu belki şöyle yanıtlayabilirim: ‘Küçük Prens’ ne kadar çocuk kitabıysa ‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesi’nde de o kadar çocuk kitabı. ‘Kral Übü’ ne kadar yetişkinlere yönelik bir oyunsa bu oyunda o kadar yetişkinlere yönelik. Kısaca on yaşın üstündeki her okuyucu kendine göre bir şeyler bulacaktır bu oyunda. Oyunun kimin tarafından nasıl alımlanacağı nasıl sahneleneceğini de belirleyecektir kuşkusuz. ‘Pinokyo Kral Übü’nün Ülkesinde’ öğretici değil ama düşündürücü ve sorgulayıcı bir çocuk oyunu, yetişkinlere yönelik bir masal, grotesk bir taşlama, vurucu bir kara güldürü olarak sahnelenebilir. Ben bu oyunu on yaşın üstünde herkesin okuyabileceği ya da izleyebileceği naif ama çarpıcı bir kukla oyunu gibi düşünüyorum.
[1] Sinn oder Unsinn, das Groteske im modernen Drama, Stuttgart 1962ö S.97