Geçtiğimiz günlerde, tam da 8 Mart’ta yeni bir kitap/bir çalışma okuyucularla buluştu. İçerik açısından insanın yüreğini ziyadesiyle burkan ve her kadından bir parça bulunan, mahiyeti/amacı/yürekliliği açısından anlamlı olan bir kitap…
Biz Kitap Yayınevi sorumlusu olan sevgili dostum Selda Kartal’ın öncülük ettiği ve 40 kadının “Kadına yönelik şiddet” temalı hikayelerinin bulunduğu bu çalışma, özellikle erkeklerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Emeği geçen her kadının yüreğinden öpüyorum ve arka planda onları destekleyen, hatta yardımcı olan her erkeğe teşekkür ediyorum. Kadınlara yönelik şiddetin, tacizin, tecavüzün, cinayetin son bulması dileğiyle önce yazarlarımızın isimlerine burada tek tek yer vermek, akabinde sizleri “İçimdeki Kırk Kadın” ile baş başa bırakmak istiyorum…
Tuba Aktaş Deli “Otobüs”, Zeynep Aliye “Tırnak 1”, Belma Alper Uğurlu “Rengi Yok”, Buket Arbatlı “Kızım Burada Yatıyor”, Esen Armağan Özakbaş “Eksik Bir Şeyler Var”, Gamze Atal “Selvi”, Erendiz Atasü “Ölümü Yaşamak”, Pelin Batu “Kardinal”, Medine Çam “Koza”, Oya Demir “Sessiz Çığlık”, Özge Doğar “Narkoz Uykusu”, Gülseren Engin “Gün Doğarken”, Beril Erbil “Düğün Şarkısı”, Şükran Farımaz “Sen Anlat”, Veronica Güell Fernândez “Acele Etmek”, Canan Güllü “Çare Sizsiniz”, Zehra İpşiroğlu “Kuşatılma”, Ferda İzbudak Akıncı “Eski Bir Fotoğraf”, Zeynep Kaçar “Tanrı”, Arife Kalender “Karanlık”, Meral Kaplan “Canan”, Selda Kartal “Gülnaz, Üşüdüm”, Sevim Korkmaz Dinç “Avrupa Yüzlüm”, Fatoş K. İyigün “Sen Bana Düşman mısın”, Evrim Kuran “Direne Direne Yaşayacağız”, Seviye Merih “Bella Olmamalı Hiçbir Kadın”, Hatice Meryem “De ki Bir Telefon Mesajından”, Özge Mumcu Aybars “Anahtarsız Uzun Bir Yılın Ardından”, Zeynep Oral “Hatice”, Asuman Portakal “Delimsek Bir Curnataydı Yaşanan”, Raşel Rakella Asal “Bir Evlilikten Sahneler”, Hülya Soyşekeri “Renklerde Bulanma”, Mine Söğüt “Bu Şehri Terk Etmeyeceğim”, Hatice Sönmez Kaya “Kuşlar da Sustu”, Ayşen Şahin “Can Sıkıştırınca Cansel”, Semrin Şahin “Sahi Babamın Yüzü Ne Renkti?”, Özlem Tezcan Dertsiz “Ayrılık Halleri”, Deniz Uluköse Ceylan “Bavul”, Zehra Ünüver “Ağlama Tarçın”, Mavisel Yener “Ahlaka Mugayir”, Kamer Yıldız Ok “Çıt Yok, Fısıltı Var”, Şükran Yücel “İçinden Rüzgar Geçen Kadın”
– Öncelikle seni tanıyalım istiyorum. Elbette ben seni yakinen tanıyorum ve hayat mücadelene bizzat tanıklık ediyorum. Ki her yönünle önemli ve değerli bir örnekliksin kadın mücadelesi anlamında. Selda Kartal kimdir diyelim önce, sonra da devam edelim sohbetimize.
1982 Yılında Artvin’de doğdum. İlkokula giderken ekonomik sebepler nedeniyle okumak için Kırşehir’de amcamların yanına gittim. Ortaokulu Kırşehir’de bitirdikten sonra ailemle Tekirdağ’a taşındık. Ailem durumu maddi anlamda çok iyi olmadığı için ortaokulu bitirdikten sonra Tekirdağ’da bir tekstil fabrikasına çalışmaya başladım. 2 yıl çalıştım, benden büyük olan ablamın Van/Erciş’e tayini çıkınca okuluma devam etmem için beni de yanında götürdü, fakat mesleğine başlayacağı ilk gün trafik kazası geçirdi ve babamla birlikte vefat ettiler. Onlar ölünce ben mecburen Tekirdağ’a, dönmemek üzere bıraktığım tekstile tekrar geri döndüm. Tam olarak ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ama 1 yıl kadar sanırım çalıştıktan sonra Samsun’a dayımların yanına taşındık. Samsun’da oğlumun babasıyla tanıştım ve evlendim. 5 yıl evli kaldım. Anlattığım tüm bu süreçlerde tekstil fabrikasında çalıştım, ta ki yeğenim olana kadar. Yeğenim doğduktan sonra İzmir’e taşındım ve Biz Kitap Yayınevinde çalışmaya başladım.
– Sen çok ufak yaşlardan beri mücadelenin içerisindesin aslında. Bir çocuk işçisin ve çocukluğundan beri hayatını idame ettiriyor, aileni geçindiriyorsun. Üstelik senin çalıştığın alan bir fabrika idi, erkeklerin çoğunlukta olduğu bir mekandı ve toplumun tabiriyle sen, erkek işleri yapıyordun. Bize biraz o günlerini anlatabilir misin? Çocuk işçi olmak ve hatta kız çocuk işçi olmak nasıldı? Bu süreçte şiddete, tacize veya mobbinge maruz kaldın mı ve etrafındaki insanların sana yaklaşımı nasıldı? Kız çocuğu olmandan ötürü yardımcı oluyorlar mıydı, yoksa aksi bir durum mu söz konusuydu?
Ben de hem çocuk hem kız olduğum için avantajlı olacağımı düşünüp içim rahat bir şekilde işe başlamıştım. Hatta başladığımda ilk gün gece vardiyasındaydım ve hayalimde “Ben çocuğum uykum gelince uyuturlar bir köşede” diye düşünmüştüm. Hiç düşündüğüm gibi olmadı. Çocuk işçi olmak da, kadın işçi olmak da dezavantajlı diyebilirim. Her mesai saatleri uzadığında bitmeyen yorgunluğun yanı sıra mobbingler, hakaretler, psikolojik şiddet, tacizler, şiddetin her türlüsünün yaşandığı bir sektör. Çocuk ve işçi kelimesi yan yana gelince bile yeterince kötü. Çocuk kelimesinin önüne getirilen her kelime, ülkemizin acı gerçekleri. Bu ülkede yaşayıp tacize, mobbinge maruz kalmayan kadın çok azdır diye düşünüyorum. Ben de saydığın bütün o travmaları yaşadım. Her fabrikada aynıdır aslında sistem. Sadece tekstil daha zordur. İnsanlar birbirlerine yardımcı olur ama olunması pek istenmez. Çok fazla işi az kişiye yaptırırlar, normal yapılacak üretimden daha fazlası istenir ve yapmayı başarana prim verilir.
-Kadına yönelik şiddete dair kolektif bir çalışma olan “İçimdeki Kırk Kadın“ adlı kitap okuyucular ile buluştu ve bu kitabın çıkmasına sen öncülük ettin. Bu süreç hakkında konuşalım şimdi. Aklına bu fikrin gelmesi ve hayata geçirmen nasıl oldu? Kitaptaki hikayelerin yazarlarına ulaşman, tepkileri ve katkıları nasıldı?
İzmir’e geleli ve Biz Kitap Yayınevinde çalışmaya başlayalı fazla olmadı. Hem geldiğim şehre alışmaya hem de 13 yaşından bu zamana kadar bulunduğum sektör dışında bir iş yapmaya adapte olmaya çalıştığım bir süreçte, kadın derneklerine sosyal medya üzerinden gelen mesajları, merkezdeki arkadaşlara yönlendiriyor, yapılan çalışmalara katılıp elimden geldiği kadar destek olmaya çalışıyor, fakat ister istemez çok etkileniyordum. Kardeşim o süreçte, “Kadına yönelik şiddetle ilgili derleme kitap yapmak ister misin?” diye sordu. İyi ki sormuş. İz Gazete ve Biz Kitap olarak ortak bir çalışma yapıldı. Özellikle kırsal kesimlerde yaşayan kadınlara, gençlere ulaşmasını istediğimiz bu çalışma, gönülden dilerim ki her kadına yalnız olmadığını hissettirsin.
Derleme kitap çalışması başladığı zaman çok sevdiğim yazar ağabeyim Yunus Bekir Yurdakul ve sevgili hocam Sevim Korkmaz Dinç ile bu çalışma üzerine sohbet ettik birkaç defa. Kimlerin yazacağını belirlemek çok fazla zamanımı aldı. Öncelikle bu zamana kadar yapılmış derleme kitap çalışmalarını araştırdım. İzmir’de yaşayan yazarlar, edebiyat çalışmalarına destek olanlar, kadına yönelik şiddet üzerine yazanlar, çizenler…
Listedeki birkaç yazar dışında, özellikle kadınlarla ilgili hangi yazar neler yapmış, hangi yazarın toplumsal bir sorun olan kadına yönelik şiddet konusunda çalışması olmuş ya da hangi kadın arkadaşımız yazarsa birçok alandan kadının sesine ses olabiliriz diye düşünüp araştırdım. Bu kitapta olmasını istediğim daha birçok kadın vardı elbette. Kitapta bulunan yazarlar dışında birçok yazar ile görüştüm ve hepsinden çok güzel geri dönüşler aldım. Yoğunlukları nedeniyle öykü yazamasalar da o süreçte olumlu dönüş yapmaları çok büyük motivasyon oldu benim için.
– Şimdi sözü yazarlarımıza vermek ve onlara sormak istiyorum. Kadına yönelik şiddetin sebepleri ve mücadele yöntemleri nedir yazarlarımıza göre? Artı yazarlarımız, hikayelerinin kahramanları hakkında neler söyleyebilirler ve benzer kahramanlara neler önerebilirler?
MEDİNE ÇAM: Koza’nın kahramanı, öykünün başında ‘E.’ olarak tanıdığımız genç bir kadın. Hayatta ve ayakta kalmaya çalışan, büyük tutkuları/heyecanları olmayan, sadece güvende yaşamak isteyen biri. Asgari düzeyde bir beklentisi var yani hayattan. Ama bunu bile elde edemeyince sisteme olan güveni sarsılıyor. Her kahramanın bir ‘Origin story’ ye ihtiyacı vardır. Belki ‘Koza’ da E.’nin doğuş hikayesidir.
Ne önerebilirim… Kozaları tanıdık ve risksiz biliyorum ve o kozadan kelebek olarak çıkma sözü verildi onlara… Ama bu bir yalan. Saklanmadan, sakınmadan yaşamayı hayal etsinler diyebilirim en fazla. Ve bu hayal, uğruna mücadele etmeye yeter güzellikteyse, mücadele etsinler.
ESEN ARMAĞAN ÖZAKBAŞ: Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali olup, “Kamusal ya da özel alanda, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veren, toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” diye tanımlanır. Dolaysıyla savaşım yöntemleri de çok boyutlu olmalıdır. Siyasal, ekonomik, hukuksal, toplumsal, geleneksel, eğitsel açıdan yapılması gereken pek çok şey vardır.
Kadınların eşitlik ve haklar savaşımında, kendini, sorunlarıyla birlikte görünür kılma çabası, on sekizinci yüzyıldan beri sürüyor. Bu kitap da aynı çabanın ürünü, uzantısı bence. Kadına yönelik şiddet konusunda kolektif bilinç oluşturma yolunda, çok önemsediğim, önemli adımlardan biri. Bu nedenle, “İçimdeki Kırk Kadın”, benim için bir olanaktı; dert edindiğini anlatma olanağı. Kapsamlı biçimde üzerinde durulmadığını düşündüğüm psikolojik şiddet konusunu, “Eksik Bir Şeyler Var” adlı öykümle sundum.
Öykü kahramanım Dilan, genç bir avukat. Bir üniversitede öğretim üyesi olan Ferhat ile evli. Boşanma davalarına bakan ve onlarca fiziksel şiddet öyküsü dinleyen Dilan, eşinin, kadına yönelik şiddet konulu bir enstalasyon sergisine hazırlandığı dönemde, şaşırtıcı bir uyanışın içinde buluyor kendisini. Yıllardır, eşinin psikolojik şiddetine maruz kaldığını fark ediyor ve bir başkaldırı hazırlığına girişiyor. Ferhat ise, zorlu bir çocukluk geçmişi olan, sosyokültürel açıdan üst düzeyde olduğu düşünülen, ancak haddinden fazla içselleştirdiği toplumsal cinsiyet rollerine dayalı ayrımcılık anlayışı nedeniyle, eşine şiddet uyguladığının farkında bile değil.
Bu durumdaki insanlar ne yapabilir diye sorarsak, psikolojik şiddet konusunda insanların bilgilendirilmesi çok önemli. Üst sosyoekonomik statüde yer alan kişiler bile yeterince bilgi sahibi değil bu konuda. “İçimdeki Kırk Kadın” kitabına, bu konuda bir öykü yazarak katılma nedenim de bu: Psikolojik şiddet varlığının altını çizmek, sosyokültürel açıdan her düzeyde yaşandığını göstermek.
OYA DEMİR: Her şey çocukluk ve aile ile başlıyor. Önce ailelerin, daha sonra toplumun genelinin bu konuda fark yaratacak bir eğitim alması yararlı olacaktır. Pek çok kişi şiddeti, ne yazık ki sadece fiziksel şiddet olarak algılıyor. Ama duygusal, psikolojik, ekonomik şiddet de var. Şiddet sadece evde ya da sokakta değil, içinde bulunduğumuz tüm alanlarda okuldan iş yerine kadar her yerde mevcut. Toplumu sevgi, saygı yerine şiddet ile karşı karşıya bıraktığınız her an ne yazık ki şiddetsiz bir dünyadan uzaklaşıyoruz. Sosyal medyada, televizyon kanallarında, gazetelerde, sözlü, yazılı ve görsel şiddet hayatımızın içinde. Bu yayına son verilmesi, şiddetten uzak bir dil kullanılması önemli. Sadece eğitim değil bir davranış modeli olarak nezaketin, saygının, etik değerlerin uygulamalı olarak anlatılması gerekiyor.
Kadın pek çok yerde toplum, aile, arkadaşlarının görünmez kalıplaşmış normları ile karşı karşıya. Bazen sevgi, bazen saygı, bazen anlaşılma, bazen ise başarılı olma ihtiyacı ile bazen de sessizlik ile sorunları yok sayabileceği inancı ile kendisinden uzaklaşıyor, susuyor. Bunu bir çözüm aracı ya da ânı idare edebilmenin yolu olarak görüyor, kendisine olmadığı bir etiketi yapıştırıyor.
Ama hepimiz biliyoruz ki kadının kendisi olmayan her etiket bir süre sonra ona çok ağır geliyor ve bu ağırlığın altında eziliyor. Öykümdeki benzer kahramanlara ve sessizliği çözüm olarak gören tüm kahramanlara tek önerim var, kendiniz olmaktan vaz geçmeyin.
BELMA ALPER UĞURLU: Kadına şiddetten söz edilince, önce zarar görmüş bedenler gelir oturur zihnin baş köşesine. Oysa ki görseli olmayan en büyük zarar, ruhun gördüğü zarardır. Kanıtlayamazsın, anlatsan küçümserler; “Seni mutsuz eden şeyler bunlar mı, bunlara mı takılıyorsun?” diyerek, şımarık derler sana, suçlanırsın, anlatamazsın. Yaşadıklarını koca bir yutkunmayla sessizliğine gömer, susarsın. Öyle çok kadın yaşar ki bunu ve yaşamayan öyle azdır ki hatta. Köyün gelini Emine, doktor Emine, avukat Emine, mühendis Emine, öğretmen Emine, şirketin genel müdürü Emine, sanatçı Emine… Her birinin hikayesi vardır gördüğü psikolojik şiddete dair. Bu öyküyü yazarken, görünmeyeni yazmak istedim. Tıpkı maddenin yapı taşları atomlar gibi görünmeyen, bununla birlikte bizi biz yapanı anlatmak istedim.
Öykümü okuyan bir erkekse, kendini gözden geçirsin, kadınsa, yaşadığı ruh acılarının da bir şiddet olduğunu fark etsin istedim. Kadına fiziksel ya da psikolojik şiddetin bir çözümü varsa bu, öncelikle erkek evlat yetiştiren anaların, babaların oğullarına, kadına değer vermeleri gerektiğini, kızlarına kendine zarar veren erkeklere dur demeleri gerektiğini öğretmeleriyle olabilir. Çözüm, ebeveynlerin önce evde evlatlarına saygı çerçevesinde yürüyen bir ilişkiyi göstermeleri ile olabilir. Çözüm, toplumsal bilinçlendirmeyle; devletin bu konuyu ele alarak, aileleri ücretsiz olarak, hane hane düzenli ve kontrollü olarak bilinçlendirme çalışmaları yapmasıyla olabilir. Unutulmamalıdır ki; aileye ve gelecek nesillere yapılan yatırımlar en fazla sonuç verendir.
ZEHRA İPŞİROĞLU: Kadına yönelik şiddetin nedenleri, ataerkil ve seksist bir toplumda yaşamamız. Kadına yönelik dünyada bir şiddet mekanizması işliyor ama ataerkil toplumlarda bu daha yoğun bir biçimde kendini gösteriyor. Kadın, ikinci sınıf olarak görülüyor ve hiçbir şekilde erkek ile kadın eşit olarak değerlendirilmiyor. Yasalar büyük oranda bu eşitliği kabul etmiş bile olsa, geleneksel zihniyette ayrımcılık devam ediyor. Herkeste ve her mercide kadına karşı duyarlılığın, kadın haklarını savunan/kadına şiddete karşı duyarlılığı arttıran niyetin yerleşmesi gerekiyor ama biliyoruz ki geleneklerin değişmesi çok uzun bir süreci kapsıyor. Bunu batıdaki kadın hareketine de baktığımızda görüyoruz. Türkiye’de günde bir ya da iki kadın öldürülürken, Almanya gibi kadın hakları yönünden çok gelişmiş bir ülkede ve politikada %50 kadınlar çalışıyor olmasına rağmen, üç günde bir kadın öldürülüyor. Toksit erkeklik dediğimiz şeyin çok yoğun olduğu bir dünya bu.
Öyküme gelirsek, öykümüzün adı “Kuşatılma”. Öyküm gerçek bir yaşam öyküsünden alınmıştır. Ben gerçek yaşam öyküleri üzerinden çalışıyorum. Kadınlarla sürekli röportaj yapıyorum ve belgeselle kurmacanın iç içe geçtiği bir kurgu oluşturuyorum. Kitaptaki öykümü muhtarımızın yaşantısından, onunla yaptığım röportajlardan esinlenerek yazdım. Çilem’in öyküsünde öyle bir şiddet öyküsü görüyoruz, taciz aşama aşama gelişiyor. Çocukken tacize uğrama, amca, imam, evlenme, sonra sürekli şiddet görme, teğmen, askerlerin dünyası, bu şiddet çarkının içinde güvenlik güçlerinin şiddetine uğrama, böyle birçok süreç var. Yani şiddet sadece bireysel ya da öznel olgu olarak ortaya çıkmıyor, öznel olanın içinde bütün toplumsal ve politik mekanizmalarda da ortaya çıkıyor. Bu tür konuları ele aldığımız vakit sadece öznel değerlendirilmemesi gerekiyor. Çünkü öznel olan aynı zamanda politiktir. Yani öznel olanın ardındaki mekanizmaların gösterilmesi lazım. Ben öykülerimde bunu yapmaya çalışıyorum. “Kuşatılma” öyküsü de buna çok tipik bir örnek.
– Röportaj için çok teşekkür ederim Selda’cım. Hem seni tanımak bir onur benim için hem de böyle güzel/verimli bir projeye öncülük etmen, içerisinde olman gurur verici. Son olarak neler söylemek istersin?
Ben eminim ki benim gibi, bizler gibi birçok kadın var ve bizler sesimize ses verildikçe daha güçlü olacağız. Öncelikle; hayatımın her döneminde, hatta özellikle ben çocuk işçiyken ve tacize, şiddete, haksızlığa, daha birçok şeye maruz kalmışken arkamda değil hep yanımda duran, her daim ellerimi tutup beni kimsesiz bırakmayan Ege İz Gazetesi genel yayın yönetmeni sevgili kardeşim Ümit Kartal’a çok teşekkür ederim. Sonrasında bu projeye destek olan tüm yazarlarımıza, önsözünü yazmayı kabul edip bizleri bu kadar güzel bir önsöz ile anlatan sevgili Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel’e, kapak tasarımcımız Burhan Günay’a, editörümüz Emek Yurdakul’a, sayfa tasarımcımız sevgili Ömer Dinç’e çok teşekkür ederim.