Yazar Zehra İpşiroğlu ve Yönetmen Berfin Zenderlioğlu “Hayal Satıcısı” oyununu anlattı.
Ataerkil dünyanın yarattıklarını tiyatroda izlemek ister misiniz? Ben istedim ve Hayal Satıcısı’nın anlattıklarına kulak verdim. Yazar ve Eleştirmen Zehra İpşiroğlu ile Yönetmen Berfin Zenderlioğlu’na da sordum: Ataerkil dünyayı nasıl değiştirebiliriz?
“OYUN SÜRECİNE BERNA LAÇİN’LE DAHİL OLDUM”
Hayal Satıcısı oyunuyla nasıl buluştunuz?
Berfin Zenderlioğlu: Aslında bu oyun sürecine Berna Laçin ile dahil oldum. Berna oyun arayışındayken Hayal Satıcısı’nı okuyor ve çok beğeniyor. Serpil, hem toplumun içerisinde sıradan hem de hayata tutunmasıyla aslında sıra dışı bir karakter. Bu durum ilgisini çok çekiyor bir taraftan da hikayedeki kadının oyun olanaklarını gördükçe oynamak istiyor. Berna hep ‘Ben bir kadın yazarın eli değmiş tek kişilik bir tiyatro oyununu oynamak istiyorum’ diyor. Ve oyunun bir kadın yönetmen tarafından yönetilmesini istemiş. Böylelikle bir yönetmen arayışına giriyor. Birkaç kişiden benim ismimi alıyor. 2019 yazında ‘Buluşabilir miyiz?’ mesajıyla birlikte bu yola koyulduk. İlk buluşmamızda aslında biraz tiyatro sürecimizi birbirimizle paylaştık. Metni ilk o gün aldım elime. Tabii oyunun Zehra İpşiroğlu’nun kaleminden çıkması da benim için ayrıca heyecan vericiydi. Neticesinde hem Zehra İpşiroğlu’nun hem de Berna Laçin’in bu projede yer alması seve seve beni ikna eden yönlerdi.
Tek kişilik oyunda oyuncu seçimi de çok önemli. Berna Laçin’in hayat verdiği Hayal Satıcısı’nda oyuncu seçimini nasıl gerçekleştirdiniz? Oyunu yazarken belirlediğiniz bir isim var mıydı?
Zehra İpşiroğlu: Ben Nursel Köse gibi grotesk bir oyuncuyu hayal ediyordum. Falcı Serpil ile izleyicinin özdeşleşmesini engellemek için belki de. Ama Berna Laçin oyuna sahip çıkınca çok sevindim. Çünkü iyi bir oyuncu olduğu gibi, feminist açıdan da çok bilinçli, kendine güvenen, sözünü sakınmayan, güçlü bir yapısı var, bu açıdan da şanslı olduğumu düşünüyorum. Korona döneminde Belgeselci Deniz Şengenç’le birlikte Anlatılamayan Öyküler, Yedi Kadın adlı dijital tiyatro projesini gerçekleştirdik. Bu proje videoart sergisi olarak Ankara Cermodern’de, Çağdaş Sanatlar Merkezinde ve İstanbul Gazhane’de sergilendi, sergilenmeye de farklı mekanlarda devam edecek. Şiddeti yaşamış olan, farklı toplumsal katmanlardan gelen yedi kadının öyküsü bu. Bu öykülerden birinde de Falcı Serpil’in öyküsü sergileniyor. Tabii film doğaçlamaya fırsat tanımadığı için Berna’nın yorumunda Kadife/Serpil kişilik bölünmesi çok belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Filmde Kadife’nin hüznünü, acısını yüreğinde hissediyor insan, oyunda ise belki de Berna Laçin Serpil’in büyüsüne kendini kaptırdığı için, Serpil karakteri Kadife’yi ikinci plana itiyor.
“KADIN SORUNUNA FARKLI AÇILARDAN YAKLAŞIYORUM”
“Televizyon Dizi Pusulası Dizi Eleştirisinin Temelleri” kitabınızda olduğu gibi Hayal Satıcısı’nda da kadına yönelik şiddet ana konu…
Z.İ: Uzunca bir süredir hem yazar hem de araştırmacı olarak toplumsal cinsiyet sorunları üzerinde duruyorum. Sözünü ettiğiniz dizilerle ilgili araştırma kitabımda kadına TV dizilerinde nasıl bir rol dayatıldığına eleştirel bir açıdan yaklaştım. Son yıllarda yazdığım Lena, Leyla ve Diğerleri, Yüzleşme, Memleketimden Kadın Manzaraları, Babalar, Amcalar ve Diğerleri ve Erkeklik Hapishanesi gibi kadın oyunlarımda kadın sorununa farklı açılardan yaklaşıyorum.
Ve şiddeti mizah ile anlatıyorsunuz. Neden mizah anlatımını tercih ettiniz?
Z.İ: Çünkü mizah aracılığıyla sorunları öyle bir açıdan gösterme fırsatını yakalıyorsunuz ki izleyici üstünde hiç düşünmediği, doğal saydığı bazı konulara farklı bir bakış geliştiriyor. Bertolt Brecht’in tanımıyla bir tür yabancılaştırma etkisinden söz edebiliriz. İzleyici gösterilenleri ya da söylenenleri yadırgadığı oranda sıradan saydığımız bir çok şeyin hiç de sıradan olmadığı ortaya çıkıyor. Yani gülme aracılığıyla düşünme ve düşündürme diyebiliriz buna. Amacım bireysel öykülerin ardındaki toplumsal ve politik mekanizmaları göstermek, yani görünmeyenin ardındakini açığa çıkararak bir tür farkındalık yaratmak. Çünkü ataerkillik, gücünü eril zihniyette bulduğu gibi bu zihniyeti besleyen bütün kurumlarda da ortaya çıkıyor.
“KADİFE İLE SERPİL’İ BİRBİRİNDEN AYIRAMAYIZ”
Siz genelde oyunlarınızı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkarak kaleme alıyorsunuz. Hayal Satıcısı’nda gerçeklik yanı hangisi? Cesaretini uğradığı şiddetlerden dolayı kazanan Kadife mi, yoksa bir nevi hayal sömürücülüğü yapan Serpil mi?
Z.İ: Kadife ile Serpil’i birbirinden ayıramayız ki. Kadife şiddetin en uç noktasını yaşadığı anda Serpil’i yaratıyor. Tek gerçek var, o da kadınların yaşadığı şiddet ve adaletsizlik döngüsü. Bu ne yazık ki bizim gerçeğimiz. Böyle bir ortamda kadın ya kurban olacak, yani ezilecek ve sömürülecek ya da sömürecek. Kadife sömürülen, Serpil ise sömüren kişi. Kadife’nin Serpil’i yaratması yaşadığımız ataerkil ortam ve koşullara bağlı. Kadınları mutsuzluğa iten, onların kendilerini gerçekleştirmelerini engelleyen bu kısır döngü olmasa kadınlar da fal, falcılık gibi safsatalara inanmayacaklar. Boş hayallerin değil gerçeğin içinde olacaklar.
Serpil karakterini siz nasıl tanımlıyorsunuz?
B.Z: Ortadoğu’da çoğu kadının yaşayabileceği, yaşadığı bir kadınlık hikayesi aslında… Ama tabii ki bu kadın muhafazakar bir toplumda yine muhafazakar bir ailenin içerisinden çıkmış. Yaşadığı kaotik ortamdan kendi zekasıyla, kendince hayata tutunabileceği argümanları yaratarak direnmeye çalışmış ve sistemin erk diye onun karşısına çıkarttığı kişiyi alt ettiğinin hikayesi. Hayal Satıcısı, kuşatanı onun diliyle yenilgiye uğrattığı bir alt etme hikayesi…
Yaratılan karakterler, tiplerle birçoğumuz oyundayız aslında. Siz Berfin Zenderlioğlu olarak anlatılan hangi hikayede varsınız? Baskılar ve uğradığı şiddetler sonunda isyan edip cesarete sarılan Kadife’de mi, yoksa antikahraman Serpil’de mi?
B.Z: Yaşadığımız coğrafya, doğup-büyüdüğümüz ya da buluştuğumuz coğrafya farklı olsa bile kısmi olarak ortak kaderleri paylaşıyoruz. Kadınlık dertlerimiz benzer. Acılarımız buluşuyor. Ortadoğu’da yaşıyoruz. O yüzden aslında Serpil’in yaşadığı şey Ortadoğu’nun yaşadığı muhafazakarlığın izlerini taşıyor. Ben de böyle muhafazakar bir yapının içerisinde doğdum, büyüdüm. Ve tabii ki o yapılar içerisinde bir şeye başkaldırabilmek ve oradan kendini var edebilmek çok zor. Benim hikayem Serpil ve Kadife’den farklı ama ben onların acılarına dokunabilecek yöntemleri arıyorum. Onları tanıyorum. Etrafımda çok fazla. Kadife’nin sancısı ve trajedisi Serpil’in ironisine dönüşüyor. Serpil kendisine yeni bir hayat rotası belirliyor. Daha önce nesne olan kadife artık özne olan Serpil’e dönüşüyor. Özne olmayı seçenlerdenim. Neticesinde biz bu hikayelerin peşinden koşuyoruz. Yanı başımızdaki insanlarla şunu paylaşmak istiyoruz. Yalnız değilsiniz. Yalnız değilsin. Yalnız değiliz!..
“KADIN MESELESİ ASLINDA BİR ERKEKLİK SORUNU”
‘Yalnız değilsin’ desteği verilen kadınların sorunları nasıl son bulur sizce?
B.Z: Kadın meselesi dediğimiz şey aslında bir erkeklik sorunu. Kadın sorunu değil, kadın meselesi değil. Ancak o erkeklik sorununu çözebilirsek ya da erkin zihniyetini değiştirebilirsek o zaman bir insanlıktan bahsedebileceğiz. Cinsiyetleri ayrıştırmayacağız. Biz de bazı şeyleri yeni öğreniyoruz. Hayatımıza adapte etmeye çalışıyoruz. Ve kendimizi inceltmeye çalışıyoruz. Karşımızdakini kırmamaya çalışıyoruz. Bir şeyi söylerken aslında onda neye yol açacağını düşünmeye çalışıyoruz. Ha sanat her zaman bu hassaslığı ister mi? Bunu kabul eder mi? Teatral olanı yaratırken bu estetiği ve bu dili yakalayabilmek önemli. Belki değiştiremeyecek, dönüştüremeyecek ama başka bir hayat mümkünü dedirtebilecek. O ateşi ve kuşkuyu seyircinin içine düşürebilmeyi önemsiyorum.
Kadife’den Serpil’e dönüşen karakterimizin bir cümlesi var oyunda. “Buraya kadınlar gelir ama duvarlarına kadar bu oda da erkeklerle dolu” diye… Ne demek bu? Bizim sorunlarımız hep erkekler yüzünden mi yaşanıyor veya çözümlerimiz onlarda mı? Burada bir bağlılık, bağımlılık söz konusu mu?
Z.İ: Serpil’in Fal Kahvesi’ne giden kadınların aklı fikri erkeklerde. Erkek odaklı bir yaşamın dışına çıkamıyorlar. Kendilerini böylesine sığ ve dar bir dünyanın içine hapsetmişler sanki. Kadınların elbette kendi ayaklarının üstünde durmayı, kendi çözümlerini bulmayı öğrenmeleri gerekiyor. Ama ataerkil zihniyetin oluşturduğu duvarları kırmadıkça bu mümkün değil gibi görünüyor. Yaşadığımız toplumda ne yazık ki böyle kadınlar çoğunluğu oluşturuyor. Bu nedenle de bazı şeylerin değişmesini istiyorsak biz kadınlar olarak daha bilinçli olmamız gerekiyor.
“SERPİL, ATAERKİL DÜNYANIN DAYATTIĞI KOŞULLARA GÖRE OYNUYOR”
Neredeyse tüm kadınların eril tahakkümlerin baskısıyla hayat sürdüğü Türkiye’de olabildiğince gerçek bir hikayeden yola çıkarak adıyla da paradoks oluşturan Hayal Satıcısı’na nasıl bakıyorsunuz?
Z.İ: Hayaller satan Serpil kendini ataerkil dünyada var edebilmek için bu dünyanın bizlere dayattığı koşullara göre oynuyor. Kısaca herkesin birbirini kıyasıya ezdiği bir rekabet ve şiddet dünyasında diğer kadınları sömürerek hızla yükseliyor. Böylece erkekler dünyasında sürekli olarak hırpalanan ve ezilen Kadife’nin yerine altın yumurtlayan Falcı Serpil geçiyor. Bertolt Brecht’in ünlü oyunu Sezuan’ın İyi İnsanı’nı bilirsiniz. Bu oyunda da bir kişilik bölünmesi söz konusu. İyi insan Shente ile herkesi parmağının ucunda oynatan Shuita arasındaki çatışmadan söz ediyorum. İyi yürekliliği ve yardımseverliliği ile herkesin kalbini kazanan Shente sürekli olarak ezilir, sömürülür, onu yok olmaktan kurtaran diğer insanları kıyasıya sömüren ve kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen taş kalpli Shuita’dır. Hayal Satıcısı’nda da Kadife onu yok eden koşullardan kurtulmak için diğer kadınları sömüren Serpil’i yaratır. Bu bir çözüm müdür? Elbette hayır. Ama Serpil gibi antikahramanların olmaması ataerkil koşulların değişmesine bağlıdır.
B.Z: Hoca (Zehra İpşiroğlu) bu hikayeyi dinliyor ve oyuna aktarıyor. Tabii ki oyunun içerisinde bir kurgu var. Sonrasında bir yönetmen olarak benim elime geçtiği zaman metin bir dramaturjiden geçti. Berna’yla da çok tartışıp üzerine kafa yorduk. Çünkü oyunun içerisindeki taşlamalar ve ironi bıçak sırtı bir meseleydi. Onları sahnede işler ve seyirciyle interaktif bir hale getirmek önemliydi. Serpil ve canlandırdığı bütün tiplemeler her an yanı başımızda görebileceğimiz ve denk geldiğimiz profiller. Bu tipleri o sahicilikle sahnede yaşatabilmek, oradan seyirciye dokunabilmek altını çizmek istediğim bir durumdu. Bir taraftan da çalıştığınız tiyatronun olanakları, koşulları, turne durumu sizin sahnelemenizi ve sahne üzerindeki estetiği ister istemez etkiliyor. Çünkü oyun nereye giderse gitsin kurduğum yapıyı asgari düzeyde bozmak istemiyor ve ona göre bir sahneleme düşünüyorum.