Kazananların göz kamaştırıcı dünyası

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 10 Mayıs 2022 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi‘nde yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Tiyatro -16’nın sahnelediği tek kişilik oyun “Prima Facie” me too hareketinden esinle yazılmış bir piyes. Oyunun başrolünde Olcay Yusufoğlu etkileyici bir performans sergiliyor.

Tessa kazananlardandır. İşini bilen, kendine güvenen parlak bir ceza avukatıdır. Ceza hukukunun bütün kurallarına öylesine hakimdir ki tanığı da, sanığı da parmağının ucunda oynatır. Zor koşullardan gelen işçi kökenli bir kadın olarak kazananlar dünyasına girmesi, alt katmadan gelmenin ezikliğini aşması, en iyi okullarda okuması, en üst konumda olanların yanında yer alması, doruğa ulaşması hiç de kolay olmamıştır.Tessa’nın parlak kariyerinin sırrı erkek egemen hukuk kurallarını çok iyi bilmesi ve ona göre oynamasıdır.

Çapraz sorgulamada tanığın öyküsündeki çelişkileri ortaya çıkarma, onu köşeye sıkıştırma, tuzağa düşürmede üstüne yoktur. Amacı sanığı her ne pahasına olursa olsun aklamak olduğu için tanığın ifadesinin güvenirliğini bozmaktan başka bir şey düşünmez, düşünmemelidir de, çünkü başarı düşünmeye değil kurallara uymaya bağlıdır. Sonuçta bu acımasız bir yarıştır, bu nedenle de bu yarışı kazanmanın koşullarına harfi harfine uymak zorundadır.

Tessa’nın içselleştirdiği bu duruş taciz ve tecavüz suçlularını aklaması gerektiği zaman bile değişmez. Çapraz sorgulama ile tecavüze uğramış olan tanığın ifadesini büyük bir başarıyla aşama aşama çürütürken erkek egemen hukuk sistemini sorgulamak aklının ucundan bile geçmez.

Çünkü o enerjisiyle, saldırganlığıyla erkek dünyasında yüksek bir konum elde etmiş ender kadınlardandır görevi de yargıçlık değil, ceza avukatlığıdır. Yorum yapmak, dahası yargılamak hiç de onun işi değildir. Sonuçta bu sistemde herkesin bir görevi vardır, onun görevi de bellidir. Yaptığı işi sorgulamadığı sürece de çok mutludur. “Ben işimi yapıyorum tıpkı bir taksi şoförü gibi, şoför de müşterilerini seçemez ki” der oyunun bir yerinde.

“Ya sanık gerçekten suçluysa?” gibi bir soruyu ise soranları taklit ederek iyice alaya alır, çünkü onun dünyasında kazanma ya da kaybetme üstüne kurulu yaşam felsefesini alabora edecek böyle ‘saçma’ sorulara yer yoktur. Bu nedenle de Tessa’nın çapraz sorgulamasının kurbanı olan bir kadın tanığın “Benim bu davadan bir çıkarım yok. Burada olmak bile istemiyorum. Ben yalnızca diğer kadınları bu adamdan korumak istiyorum”görüşünden etkilense de kulaklarını tıkamayı tercih eder.

YA KAZANACAKSIN YA DA KAYBEDECEKSİN

İnsan hakları savunucusu, feminist, avukat Suzy Miller’in me too hareketinden esinlenerek yazdığı Nazlı Gözde Yolcu’nun Türkçeye kazandırdığı bu oyunun kahramanı Tessa başarıdan, beğenilmekten, kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen tipik bir narsistir. Tessa çok iyi bildiği hukuk sistemini kazanmak ya da kaybetmek üzerine kurulmuş bir maça benzetir. Çünkü hukuk okurken ona böyle öğretilmiştir. Hukuk okumaya hak kazanma yeterince zordur, hukuku bitirmek daha da zordur, en zoru ise binlerce adayın içinde zirveye yükselebilmektir ki o bunu başarmıştır. Kariyerde yükselme hukukun kuralları doğrultusunda tek yönlü ilerlemeye bağlıdır. Bu nedenle kazanmayı engelleyecek olan her tür duyguyu empatiyi, dayanışmayı, sorgulamayı, özeleştiriyi yok saymak zorundadır.

Kimdir Tessa, kendisinden beklenileni kayıtsız şartsız dile getiren bir robot mu? Hayır o kendini erkekler dünyasında var etmeyi başaran günümüz insanıdır, sevimli, güzel, saygın, başarılı güçlü bir kadın. İçimizden biridir.

KAYBEDENLER DÜNYASININ KARANLIĞI

Ancak oyunun bizlere gösterdiği gibi kazananlarla kaybedenler arasındaki sınır kıl payıdır. Hele kadınsan dengelerin bir anda bozulması iş bile değildir. Tessa yaşadığı travmatik bir olayın sonucunda, hiç beklemediği bir anda neye uğradığını bile anlamadan bir meslektaşı tarafından cinsel bir saldırıya uğraması ile birlikte kendini ansızın kaybedenler dünyasında bulur.

Kaybedenler yaşamın karanlık yanındadır, onları kimse görmez, görmek de istemez, kaybetme öykülerin kimse dinlemek istemez, dinlese de çürütmek, yok saymak için dinler, tıpkı Tessa’nın kazanma adına tacize uğrayan hemcinslerine bir zamanlar yaptığı gibi. Oyunun sonunda ceza hukukunda, özellikle de taciz, tecavüz gibi çoğunlukla kadınları hedef alan travmatik olayların sorgulanmasında yürümeyen, yanlış giden bir şeyler olduğunun altını çizilerek izleyici sorularla baş başa bırakılır.

SAHNE YORUMUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Sahne tasarımında tüllerden sütunlar, video kullanımından görüntüler oyunun gerçekçiliğini kırmayı amaçlıyor. Olcay Yusufoğlu’nun etkileyici oyunculuğunda Tessa’nın görkemli başarı dünyasını, yaşadığı travmatik olayı ve dönüşümünü, sanığa karşı mücadelesindeki inişleri ve çıkışlarını çok başarılı bulmakla birlikte sahne yorumunu (yönetmen: Hakan Atalay) özellikle de oyunun ilk bölümündeki yer yer kafa karıştıran stilize oyunculuğu yadırgadım. Kazananların dünyasının anlatıldığı ilk bölüm çok hızlı bir oyunculukla başlıyor, gürültü, patırtı, aşırı hareket, anlamsız zıplama sıçramalarla izleyicinin dikkati uyanık tutulmaya çalışılırken sistemin bozukluğunu gösteren göstergeler kayboluyor.

Oysa günümüz insanın stresli ve heyecanlı meslek yaşamını ve eğlenceli özel yaşamını yansıtan çok daha sade ama dinamik bir oyunculuk ve bu tür bir oyunculuğa uygun gerilimi ve ritmi arttırıcı bir sahne tasarımı çok daha vurucu olabilirdi. Çapraz sorgulama, kazanma, başarı, başarının getirdiği yaşam sevinci ve enerji, parti, erkek arkadaş, heyecan, flört ve seks tıpkı bir yap boz oyunu gibi parlak ve görkemli bir dünyadan, kazananların dünyasından göz kamaştırıcı sahnelerle sunabilirdi.

Oyunun ortalarında Tessa’nın yaşadığı tecavüz ve dönüşümü ve kaybedenler dünyasında kendini savunabilmek için verdiği savaşım öylesine ön plana geçiyor ki, Tessa’ya acırken, onun yüzde yüz özdeşleştiği ve hayran olduğu bu ataerkil ve cinsiyetci dünyanın bir kurbanı olduğunu zaman zaman unutuyoruz. Kısaca sahne yorumunda Tessa’nın bireysel öyküsüyle bu öyküyü taşıyan toplumsal mekanizmaların çok daha yoğun biçimde iç içe örülmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta yaşanan her şey büyük bir bütünün ( yani bireyi yok sayan ve sömüren bir düzenin) bir parçası değil mi?

Tessa’nın yaşadıklarını onun savunduğu ve yüzde yüz özdeşleştiği sistem oluşturmuyor mu? Aslında izleyici daha ilk anda Tessa gibi başarılı bir kariyer kadını ile ne kadar özdeşleşirse, onun başarısına ne kadar hayranlık duyarsa, onun düşüşünü ve dönüşümünü de o kadar vurucu bir biçimde yaşayacaktır. Bu açıdan da oyun metnin yönetmene de oyuncuya da sahnede izlediğimizden daha çok fırsat verdiğini düşünüyorum. Çünkü konu sadece erkek şiddeti, taciz ve tecavüz değil aynı zamanda tacizi kolaylıkla aklayan adaletsiz bir hukuk sistemi.

Yine de Eksi 16 ekibinin böylesine düşündürücü ve eleştirel bir oyunu sahnelenmeye cesaret etmesi bile çok değerli. Ne yazık ki bu kadar önemli bir sorunu gündeme getiren bir oyunun izleyicisi yine de oldukça az Bunda belki de oyunun ne olduğu anlaşılmayan adının da payı olduğunu söyleyebiliriz. Genç ekiplerin belki de merak uyandırmak için sık sık yabancı sözcüklerle oyunlarına anlaşılmayan başlıklar attıklarına tanık oluyorum.

Burada da oyunun adı ‘prima facie’ orijinalinden alınmış, ‘ilk bakışta’ anlamına geliyor. Öte yandan afişin de oyunun tanıtımında çok başarılı olduğu söylenemez. Ancak oyun o kadar ilginç ki ve o kadar temel bir soruna parmak basıyor ki ve bizim gibi ataerkil ve cinsiyetci bir toplum için öylesine kuşkusuz güncel ki çok daha fazla izleyiciye ulaşmayı hak ediyor . Umarım zaman içinde bunu da başaracaktır.

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *