Kutuplaşma Duvarlarının Çatlaması

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 7 Haziran 2022 tarihinde Femtrak‘ta yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Türkan Saylan’ı Anarken

Karanlık bir dönemde yaşıyoruz. Savaşlar, terör olayları, küresel ısınma,  popülizm, militarizm,  ırkçılık, ataerkilliğin giderek  yükselmesi, kapitalizmin acımasızlığı…Tarihe baktığımızda hep arda arda olumsuz olaylar dizgesiyle karşılaşıyoruz. Bütün bu olumsuzluklar içinde olumlu bir şeyler yapmaya çalışan, yıkıcı güçlere karşı savaşan, alternatif arayışlar içinde olan insanlar var. Ama bunların sesi ne yazık ki yeterince duyulmuyor. Bence tarih bu açıdan yeniden yazılmalı. Sanatın da bu alanda çok daha duyarlı  olması gerekirdi.  Yıllardır İstanbul ya da Venedik Bienali, Kassel Dokumenta gibi etkinlere katıldığımda sanatçıların çoğunlukla neden sadece olumsuzluklarda odaklaştıklarını düşünürüm. Yaşamımızda empatiyi, dayanışmayı, yapıcılığı gösteren kayda değer güzel şeyler hiç mi yok?

Toplumumuza  yapıcılığı ile damgasını vuran insanların başında Türkan Saylan geliyor.Türkan Saylan’ın dokunduğunu yeşerten yapıcılığı beni hep şaşırtmıştır.Türkiye gibi ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda nasıl oluyor da bir kadın kendisini böylesine kabul ettirebiliyor? Cüzzam hastalığının keşfi ve insancıl bir tıp anlayışının temellerinin atılması ile başlayan yapıcılığı ile nasıl oluyor da zaman içinde  kırsal kesimden on binlerce kadına ve kız çocuğuna ulaşabiliyor? Türkan Saylan yüz binlerce insanı mobilize etme gücünü nerden, nasıl buluyor?

İp cambazları

Türkan Saylan’ın ölümünden bir iki yıl sonra gittiğim Van, Ağrı gibi bölgelerde karşılaştığım Kardelenlerin okuyabilmek için verdikleri savaşım beni çok etkilemişti. Çobanlıktan, çocuk gelin olmaktan, berdel verilmekten, itilip horlanmaktan, kölelikten kurtulmak için gösterdikleri olağanüstü çaba inanılmazdı. İp cambazı gibiydiler, daracık bir yolda dengelerini yitirmeden yürümeye çalışıyorlardı, hayat dolu ve umutluydular ama yine de her an dengelerini yitirip düşebilirlerdi.

Kardelenlerin öykülerini anlattığım Aydınlanan Yollar, Kardelen Öyküleri kitabım  hem  Nazım Hikmet’in dediği gibi  soframızdaki  yeri öküzümüzden sonra gelen kadınların  değerinin toplumumuzda  hiç olmadığını gösteriyor hem de bir umudu dile getiriyordu, okuyarak bu kısır döngüden kurtulmak umudunu. Başaramayanlar vardı, dengelerini yitirenler, düşenler, yaralananlar, yok olanlar ama başaranlar da vardı. Nitekim hemşire, doktor, öğretmen, belgeselci, kadın hakları savunucusu, aktivist, avukat, güvenlik görevlisi vb. mesleklerde çalışan ve kendi yaşamını kendi biçimlendiren kaç kuşak yetişti bu yolla.

Kutuplaşmanın ötesinde

Türkan Saylan’la söyleşilerden oluşan Yapıcılığın Gücü kitabımı yazma sürecinde onun neredeyse olanaksızı başarma sırrının ne olduğunun keşfetmiştim. İnsanlardaki yapıcı gizilgücü keşfetme, onlara  empatiyle, sevgiyle, inançla yaklaşma mucizeler yaratıyordu. O kadar ki çok farklı ideolojilerde olan insanlarla, aşırı milliyetçiler ve dincilerle bile köprüler kurmayı başarıyordu. Bu benim gözümde bir mucizeydi, çünkü bırakın farklı ideolojilerde olanların bir araya gelmelerini, aynı dünya görüşünde olanlar bile birbirlerini yiyip bitiriyorlar.

Yıkıcılık ise kutuplaşmayla, başkalarını kötülemeyle ve ötekileştirmeyle, kısaca duvarlar örmeyle başlıyordu. Ego odaklı bir duruş,  kendini dünyanın merkezi olarak görme, en iyisini ben bilirim düşüncesi, aşağılık kompleksi ve ezilmişliğin tetiklediği kendini üstün görme eğilimi, başkalarına kendi düşüncelerini dayatma zorbalığı,insanlara  tepeden bakan otoriter duruş, zaman zaman kadınların da etkisinde olduğu yıkıcılığı tetikleyen toksik bir erkeklik anlayışı bütün köprüleri yıkıyordu. Buna bir de ideolojiler eklenince düşmanlıklar artarak  kolektif kutuplaşmalara, kutuplaşmalar uçuruma dönüşüyordu.  Bu bütün dünyada böyle.

Dev makas aksiyonu

Almanya’da kutuplaşmaya dikkati çekmek için kısa bir süre önce bir grup sanatçının şuraya buraya dev boyutlarda makaslar asmaları tartışma yaratmıştı. Zengin ve yoksul başta olmak üzere, kadın /erkek, alman asıllılar / göçmenler ya da  sığınmacılar arasındaki uçurumun günden güne arttığı bir ortamda düşmanlıklar da giderek tetikleniyordu. Irkcılık, yabancı düşmanlığı, kadın düşmanlığı toplumun her alanında etkisini gösterirken online platformlarda da giderek artıyordu. Geçenlerde politikacıların kendilerine dijital platformlarda yazılan küfürleri okuyarak sergileme performansında duyduklarımdan belki de kendim bu tür platformlardan hep uzak durduğum için  iyice dehşete düştüm. İnsan insana böylesine düşman bir duruşu nasıl bu kadar kolaylıkla benimseyebiliyor? Bu duruşun ardında sadece ötekileştirdiğimiz insanları değil kendimizi de hiçe sayma eğilimi yok mu? Saldırganlık insanın kendisinden nefret ettiği bir noktada başlamıyor mu? Öyleyse bu nefretin böylesine kök salmasının nedenleri nedir?

Yıkıcılık duvarlarının yükselmesi

Düşmanlığın şiddete, şiddetin savaşa, savaşın atomar bir krize ulaşabileceği öylesine yıkıcı bir ortamda yaşıyoruz ki, bu durumun neler getirebileceğini düşünemiyoruz bile. Sözgelimi bugün bütün Avrupa’nın içine çekildiği Ukrayna savaşı, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının Alman medyasında kolektif bir saldırganlığa yol açtığını görüyoruz. Rusya’nın bütün bu gelişmelerde tek suçlu ilan edilmesi o kadar ileri gidiyor ki Sevim Dağdelen ya da Sahra Wagenknecht gibi silahlanmayı sorgulayan politikacılara ya da Ukrayna’ya giderek daha güçlü silahlanların gönderilmesine karşı olan  Feminist Alice Schwarzer’e  ve başka tanınmış aydınlara karşı saldırgan duruş dev boyutlara ulaşıyor. Kutuplaşma ve saldırganlık döngüsünün dışına çıkmak şu günlerde  neredeyse olanaksız gibi görünüyor. Savaşların, küresel ısınmanın, çevre kirliliğinin, korona gibi pandemilerin  ördüğü  duvarlar günden güne daha da yükseliyor.

Türkan Saylan’ın onca insanı mobilize edebilmesinin en  büyük sırrı kutuplaşma yaratmamasıydı. Yapıcılık sorunları görme, anlama ve çözüm yolları aramayla başlıyordu, bunun için de her söylenene  körü körüne inanmama, otoriter olmama, sorgulama ve eleştirme yetisini geliştirme, gerçekçi çözümler üretme, riske girmekten korkmama, süreklilik, bir işin peşini bırakmama ve empati gibi etkenler geliyordu.

Yıkıcılığa izin vermemek

İnsanlara yapıcı ve olumlu yaklaşımının da sınırları yok mu?  Var kuşkusuz. Nitekim Türkan Saylan Yapıcılığın Gücü’ndeki söyleşimizde onu en rahatsız eden şeyin saldırganlık olduğunu söylüyor. Biri sesini yükseltmeye başladığı anda oradan uzaklaştığını, beden olarak orada olsa bile beyninin kaçıp gittiğini ve olumsuz enerjinin kendisini etkilemesine izin vermediğini anlatıyor. Bunu başarmak kuşkusuz kolay değil ama olanaksız da değil. Olumsuz enerji bizi ele geçirdiği anda  kendimizi gözlemleyerek mesafe almadığımız takdirde en büyük zararı kendimize verdiğimizi düşünmemiz bile yeterli. İnsanın enerjisi sınırsız olmadığına göre yıkıcılığın bizi etkisi altına almasına izin vermeden yapıcılığı besleyen etkenlerde odaklaşmamız, çözüm odaklı bir duruşu benimsememiz lazım. Bunların başında da kendini karşındakinin yerine koyabilme ve onu dinleme, kısaca diyalog kurabilmek yeteneği,  farkındalığımızı geliştirme,  empati duygusu ve dayanışma geliyor.  Toplumsal ve politik bağlamda bunu başarmamız çok zor da olsa  kendi yaşamımızda çok şeyi değiştirebiliriz.

Ve umut her zaman vardır

Yapıcılığın Gücü kitabı bir süre önce Almanya’da da yayınlandı ve küçük bir kesimde bile olsa ilgi gördü. Aslında kitabın Almanların Türkiyelilere dar bakışını kıran, yani ezber bozan yönüyle, öte yandan Türkan Saylan’ın herkese örnek olabilecek duruşuyla çok daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasını isterdim. Ama bu da yine önyargıları, kategorileştirmeleri aşan yapıcı bir duruşa bağlı.  Kitabın Almanca başlığı  Ve Umut Her Zaman Vardır (Und Hoffnung  Gibt es Immer) bence  kitabın iletisini tam veremiyor. Umut kendiliğinden olmuyor ki, her zaman yapıcı duruşa ve düşünceye bağlı.

Türkan Saylan’la yolum kesiştiği için  kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü bunca yıllık yaşamımda onun gibi bir insanla hiç karşılaşmadım. Onu tanıdıktan sonra insanların nerede, nasıl ve neden kutuplaşma yarattıklarını daha iyi gördüğüm gibi kutuplaşma döngüsünün içine girmemenin yollarını da keşfetmeye başladım. Kısaca farkındalığım gelişmeye başladı. Bir şeyi görme ve anlama kapıları açıyor. İşte bu noktada yapıcılığın yolları da açılıyor.

Türkan Saylan’ı sevgiyle anarken hepimizin içinde yapıcı bir gizilgüç olduğunu düşünüyorum. Bunu keşfetmek ve yaşamda bu yolda bir duruşu benimsemek yaşamın anlamını oluşturmuyor mu?

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *