“… Çaresizlik mi? Hayır, ben tiyatrocuyum ve yaşamı bir yerinden yakalayabilirim, anlamak için çaba harcayabilirim, yaşamı okuyabilirim ama bu benim ülkemde hiç de kolay değil, çünkü yaşam çoğu zaman bütün acı, gülünç ve absürt yanlarıyla sanatı kat kat aşıyor.”
Zehra İpşiroğlu’nun son kitabı Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama İkaros Yayınları’ndan Ocak 2021 tarihinde çıktı. Yukarıdaki satırlar yazarın kitaba “Ön Söz Yerine” eklediği 2018 yılı Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi’nden… Tüm kitap boyunca Zehra İpşiroğlu, sanatın, sanatçının boyunu kat kat aşan yaşamı nasıl yakalayabileceği üzerine kafa yoruyor, tiyatroda eleştirel düşünmenin gerekliğini okura tane tane anlatıyor.
240 sayfalık kitap, giriş niteliğindeki üç metinle başlıyor. Sonrasında tartışılan konular 4 ayrı başlıkta ele alınıyor:
1. Tiyatroda Kültürlerarası ve Ötesi Etkileşim ve Göç Sorunları
2.Toplumsal Cinsiyet ve Şiddet Kültürü
3.Şiddetin Farklı Türleri
4.Mizah ve Taşlama
Kitabın birinci bölümü, yaklaşık 100 sayfayla en hacimli bölümü. Bu bölümde Zehra İpşiroğlu, önce tiyatronun sorunlarını tarihsel boyutlarıyla ele alıyor ve çağdaş eğilimlere yer veriyor. Brecht tiyatrosundan happening türü tiyatroya, kara güldürüden belgesel tiyatroya toplumsal gerçekleri yüzümüze tokat gibi çarpan tiyatroları ve etkilerini; uyumsuz tiyatroyu, tek kişilik oyunları, roman uyarlamalarını gelişimsel süreciyle ve her birini bolca örnekle anlatıyor. Bu oyun türlerinin hepsi ülkemiz tiyatrolarında seyirciyle buluşuyor. Zehra İpsiroğlu, bu çeşitliliği Türkiye’nin hâlâ demokratikleşme sancıları çekiyor olmasına bağlıyor. Bu da Türkiye seyircisini Batı seyircisinden ayırıyor. Tiyatro, ülkemiz için filtreli bir kamera değil henüz, yol boyu gezdirilen bir ayna ve tiyatrocular onu yol boyunca gezdirirken seyirciyi de bu yolculuğa davet ediyor: Alın, bakın; bakın ve yüzleşin.
İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü‘nün kurucusu olan ve Almanya, Essen Üniversitesinde profesör olarak görevine devam eden Zehra İpşiroğlu, kitabın bu bölümünde ayrıca Alman ve Almanya’da yaşayan göçmen tiyatrosundan örneklerle, öteki olmak, gitmek, kimlik arayışı gibi günümüzün önemli tartışma konularının tiyatroda nasıl işlendiğine, nasıl işlenebileceğine dair gözlemlerini de aktarıyor. Uluslararası festivallerle, göçmen tiyatrosuyla kültürler arası hatta ötesi bir tiyatronun gerekliği ve mümkünlüğünü tartışıyor. Tüm bunların karşısına sadece performansa dayalı ve son dönemde çokça meraklısı bulunan performans türü oyunları koyuyor.
“Antigone, Elektra, Pentheselia, Lulu, Julie, Hedda Gabler… Neden klasik oyun yazarlarında kadınlar hep kurban rolündeler, neden erkeklerin elinde oyuncak oluyorlar, neden şiddete uğruyor ya da öldürülüyorlar?”
Bu sorular kitabın ikinci bölümünde yer alan “Kadınların Çığlığı” yazısından. Zehra İpşiroğlu, bu bölümde kadınların tiyatrodaki konumlarını sorguluyor ve günümüzün en önemli tartışma konularından olan “toplumsal cinsiyet ve şiddet kültürü”nü tiyatro metinleri ve metinlerin farklı yorumları üzerinden ele alıyor. Tiyatroya sadece eleştirmen, akademisyen olarak değil metin yazarı olarak da emek veren Zehra İpşiroğlu, yazarı olduğu “Lena, Leyla ve Ötekiler” ve hâlihazırda oynanan “Hayal Satıcısı” oyunundan, dünyada kadın konusunu ele alan farklı oyunlardan, operadan hareketle tiyatroda kadın meselesine değiniyor. Bu bölümde oldukça ağır bir soru yöneltiyor okuruna Zehra İpşiroğlu: “Tiyatro öteden beri kadınların erkeklerin hizmetinde olduğu bir kuruluş değil mi?”
Televizyonda popüler olan pek çok programda kadınların acılarının satıldığını, dizilerde şiddet sahnelerinin milyonlar tarafından izlendiğini, sosyal medyada kadına uyguladığı şiddeti canlı canlı yayımlamakta hiçbir sakınca görmeyenleri izliyoruz, okuyoruz. Her alanda erkek egemen bir anlayışın kadın üzerindeki tahakkümüne tanık oluyoruz. Zehra İpşiroğlu tüm bunlara ekliyor: “Yazar, yönetmen, oyuncu olsun; erkek egemen bir yapı tiyatroya da hâkim. Ama umut verici gelişmeler yok değil: feminist bir tiyatro.”
Feminist tiyatronun, sorunları ortaya koymaktan fazlasını yapması gerektiğine vurgu yapıyor İpşiroğlu: “Yani feminist tiyatrodan beklenen hem kadının yaşadığı sorunları, kültürel ve toplumsal bağlantıları içinde göstererek bunun değişebilir olduğunu gündeme getirebilmesi hem de kadının ruhuna, iç dünyasına, yaşadığı içsel fırtınalara sızabilmesi.” Bunun gerçekleşebilmesi için de tiyatro pedagojisi alanında çalışmalar yapma, farklı sahneleme ve yorumlamaya imkân tanıma, tiyatro sonrası tartışma ortamı sağlama gibi öneriler sunuyor ve asıl ihtiyacımız olanın tam da şu anda ne olduğunun altını çiziyor: “Çünkü günümüzde kadınların yaratabileceği ütopyalara belki de her şeyden çok ihtiyacımız var.”
“…Çünkü en korkuncu unutmak. Toplumsal bellekten silinen her şiddet olayı, yeni şiddet olaylarının habercisi. Yakın tarihimiz bunun nice örnekleriyle dolu.”
Sivas’ı unutmayalım diye; bombaları, ölen çocukları, yaratılan ve yaşatılan düşmanlığı unutmayalım diye; evladı kaybedilmiş anneleri unutmayalım diye kitabın üçüncü bölümü “Şiddetin Farklı Yüzleri” başlığını taşıyor. “Acı nasıl anlatılabilir?”i soruyor Zehra İpşiroğlu. Sivas’ta can verenlerin, Cumartesi Annneleri’nin, teröre kurban gidenlerin, devletin şiddetine maruz kalanların acısı nasıl anlatılabilir, nasıl anlatılıyor? Zehra İpşiroğlu, Türkiye’den, Ukrayna, Almanya, Fransa’ya farklı sahne performanslarıyla şiddetin farkı biçimlerinin ele alınışını irdeliyor ve bu sorulara cevap arıyor. Metin, oyuncu, sahne kullanımı ve oyunun alımlayanda oluşturduğu etki gibi unsurları performanslardan hareketle tenkit ediyor. “Anlatılanlar kadar nasıl anlatıldığı da unutulmamalı. Sonuçta tiyatroyu tiyatro yapan bu değil mi?”
“…Güldürünün özgürleştirici gücü olaylarla aramızda belli bir uzaklık kurulmasını ve şöyle bir soluk almamızı sağlarken, vurucu yanı iyiden iyiye tedirgin edebilir bizi.”
Kitabın dördüncü ve son bölümü “Mizah ve Taşlama” ya ayrılmış. İzahı olmayan şeylerin mizahının yapıldığı canım ülkemde Zehra İpşiroğlu’nun kitabında bu başlıkta bir bölüm oldukça yerinde olmuş. Gezi eylemlerinde, kadına karşı şiddet eylemlerinde mizahı nasıl güçlü bir silah olarak kullanabildiğimiz aşikâr. İpşiroğlu bunu, kitabın başında da vurguladığı gibi, demokrasinin gelişmemiş olduğu bir toplum olmamıza bağlıyor. Mizahın ve taşlamanın Haldun Taner, Aziz Nasin, Brecht, Nazım Hikmet gibi yazarların oyunlarında yüklendiği işlevi ve sahnede nasıl yorumlandığını ayrı ayrı ele alıp tartışıyor.
Son söz olarak Zehra İpşiroğlu, tiyatroda tüm kitap boyunca ele aldığı oyunların karşılaştığı/karşılaşabileceği sansür gibi zorluklardan bahsediyor ve ekliyor: “Oysa yaratıcılık etkin bir duruşu, etkinlik ise hareket edebileceğimiz bir özgürlük alanını koşulluyor.”
“…sanatta, sinemada, tiyatroda gücünü yaşamdan alan bir anlayış içinde doğrudan yaşananların tanıklığına ve belgelere dayanan estetik bir duruş giderek önem kazanıyor.”
Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama kitabı tiyatroya pek çok açıdan emek vermiş, hâlâ ona dair kafa yoran bir hocanın bugünün tiyatrosuna genel bir bakışını yansıtıyor. Tiyatro yaşamın neresinde ya da yaşam tiyatronun neresinde? Bunu sorarken pek çok farklı ülkeden farklı tiyatro türünün sahnelenişinden örnekle cevap arıyor, tartışıyor, birikimini bizimle paylaşıyor Zehra İpşiroğlu. Kitapta söyleşi, inceleme, eleştiri gibi farklı üslupta yazılar olması okuma zevkini katlıyor. Zehra İpşiroğlu’nun açıklayıcı, yormayan, zaman zaman sohbet edercesine samimi tavrı kitabı, tiyatroya meraklı herkes tarafından okunabilir kılıyor. Kitabın başında yer alan iki başlık -“ Dünden Bugüne Tiyatromuzda Toplumsal Sorunlar ve Çağdaş Eğilimler” ile “Tiyatroda Kültürlerarası ve Kültürleraşırı Etkileşimler” okuru kitabın içeriğine hazırlıyor, okura iyi bir başlangıç yapma imkânı sağlıyor; sunduğu kaynakçalarla aynı zamanda daha fazla okuma yapmak için kapı aralıyor. Burada meraklısına Zehra İpşiroğlu’nun Ocak 2008’de Mitos-Boyut Yayınları’ndan çıkan Tiyatroda Kültürler Arası Etkileşim adlı bir kitabı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
30 ve 40’larda Tek Parti Dönemi’nin sancılarını, 50’lerde çok partili hayata uyum buhranlarını, 60’larda darbe, 70’lerde “sizden bizden”li bir siyasetin can yakmasını, 80’lerde tekrar ve tekrar darbe, 90’larda diri diri yakılanların acısını, bugünlerde terörü, depremleri, işçi ölümlerini, göçmen çocuklarını gören bir toplumun sanatı nerede durmalı? Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama size bir seyirci, yazar, oyuncu yahut tiyatroyla ilgili herhangi biri olarak sanatınızı nereye konumlandırmanız gerektiğine dair yollar gösteriyor.
Nihayetinde biz acının bal eylendiği toprakların çocuklarıyız. Gemi batarken keman çalmak da ne?