Şatonun Altında

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 16 Nisan 2023 tarihinde Nimesis Dergi‘de yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Çoklu kriz çağında yaşıyoruz. Savaşlar, doğal felaketler, canları pahasına yerinden yurdundan olanlar, otoriter devlet yönetimleri…Bu sancılı sürecin belki de en vurucu yanı güç ve şiddete dayanan iktidar hırsı…Shakespeare’in oyunlarının şaşırtıcı yanı bu sorunlara hala bir yanıt verebilmesi. Macbeth’de iktidar hırsı giderek yükselen bir şiddete yol açarken yaşadığımız dünyaya da ışık tutuyor. Putin’den Trump’a kadar ne kadar çok diktatörü çağrıştırıyor Macbeth.

İnanılmaz bir performans

Şato’nun Altında’da (yönetmen: Gürol Dinçer) Macbeth’in şatosunun kilerinde yaşayan cadı kılıklı iki grotesk yaratık (Pınar Akkuzu ve Gülden Arsal)  eril zorbalığı, iktidar hırsını ve şiddeti Shakespeare’in oyununa gönderme yaparak anlatıyorlar. İplere asılı çamaşırlar ve kanlı çarşaflar şiddeti çağrıştırırken Kral Duncan’ın şiddeti dünyası, Macbeth’in onu yok etmesi gibi olaylar bu iki yaratığın bakışıyla kara mizah aracılığıyla anlatılıyor. Oyundaki dinamizm, oyuncuların  tempoyu bir an bile düşürmeyen  mükemmel performansı, seslerini deforme ederek etkileyici bir biçimde kullanmaları, eril cinselliğe gönderme yapan  beden dilleri, abartılı  kaba sabalıkları,  maço ve seksist ifade biçimleri, izleyiciyle kurdukları  yoğun etkileşim,  göstergelerin (kanlı çarşaflar) kullanımı gerçekten etkileyici.  O kadar ki  baş döndürücü bir hızla gelişen bu oyunu  dikkatimizi bir an bile yitirmeden soluk soluğa izliyoruz. Çeşitli ödüller alan bu oyun oyunculuk, sahne tasarımı, göstergelerin kullanımı açısından çok başarılı.

Grotesk tiyatro yaratıkları

Ancak kim bu çamaşırcılar toplumun en alt katmanında olan ötekileştirilmiş, unutulmuş çöp insanlar mı, sürekli ezilip horlanan kadınlar mı, yoksa cinsiyetleri de, geldikleri toplumsal katman da  yeterince belli olmayan, insandan  çok yapay figürlere benzeyen iki garip tiyatro yaratığı mı? Çirkinlikleri, kabalıkları, iğrençlikleri rahatsız edici bir güldürü etkisi uyandırsa da bu güldürünün ne anlama geldiğini ya da neye hizmet ettiğini anlamak zor. Burada söz konusu olan daha çok oyuncuların fiziksel tiyatro yöntemiyle ustalıklarını sergiledikleri şaşırtıcı efektler. Böylece şaşırtma, tedirgin etme, iğrendirme gibi duygular bir işleve ya da anlama hizmet etmekten çok kendi içinde bir değer kazanıyor.

Her şeyle dalga geçme

Sahnedeki bu grotesk yaratıklar diktatörlükle, iktidarla, eril dünyayla, şiddetle, kısaca Macbeth’in dünyasına  gönderme yapan her şeyle dalga geçerken bizim de tam tamına  böyle bir dünyanın içinde olduğumuzu acaba bize unutturmak mı istiyorlar?

Tiyatronun en büyük gizilgücü eğlendirmeyse, diğer yönleri düşünsel ve duygulandırıcı boyutu  neredeyse bilinçle yok ediliyor. Kısaca yaşadığımız eril şiddet dünyasıyla olan bağlantılar öyle bir kesiliyor ki gösterilen bu tiyatro dünyası içinde bir uyuşturucu almış gibi kaybolup gidiyoruz. Çünkü her şeyle alay etmeye ve dalga geçmeye başladığımızda, mizah  gerçeklerden soyutlanmış bir eğlence kültürüne dönüşüveriyor. Theodor Adorno kültür endüstrisinin etkilerinden söz ediyordu. Kapitalizmde kültürün bir endüstri, kültürel ürünlerin de metalara dönüştüğü bir dünyada geçerli olan sadece anlık etki yaratmaktır. Günlük yaşamın tekdüzeliğine karşın geliştirilen eğlence ve gülme kültürü de bu gelişimin doğal bir uzantısıdır. Bu bağlamda  bu oyunda da izleyiciyi kolaylıkla tavlayan bir gülme ve güldürme endüstrisinden söz edebiliriz kuşkusuz.  Gülmek için gülmek ya da güldürmek bizleri yaşadığımız sorunlardan uzaklaştırıyor. Böylece grotesk olan bizleri  şaşırtmak yer yer de üzerimizde şok etkisi yaratmaktan öteye geçemiyor. Sahnede eril şiddete sürekli olarak gönderme yapılsa da bu göndermeler düşünsel ve duygusal açıdan  pek bir şey söylemediğinden sadece bir saptama olarak kalıyor.

Gülmek için gülmek ya da hiçbir şeyi ciddiye almamak olgusu belki de bugüne özgü bir eğilim. Bu performansın da buna hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Ama tiyatronun bizleri yaşadığımız dünya üzerine düşündürmemizi, belki de kendi ezberimizi bozmasını, ufkumuzu açmamızı istiyorsak beklentimizin de çıtası ister istemez yükselecektir.

Öncelik tiyatro yöntemi mi yoksa yaşadığımız gerçeklerle tiyatro aracılığıyla hesaplaşma mı?

Yazımın başında da belirttiğim gibi  Shakespeare’in oyunları bizlere hala çok şey söylüyor. Bu açıdan da Macbeth gibi bir oyundan bugünle bağlantı kurarak çok şey çıkartabiliriz. Sözgelimi Shakespeare öteden beri etkisini sürdüren iktidar ve zorbalığı ele alırken ataerkilliğin sınırları içinde kalarak esas sorumluluğu eril zihniyetin ürettiği kötü kadına, yani Lady Macbeth’e yüklüyor. Lady Macbeth Macbeth’i ustaca manipule etmese  böylesine bir kan gölü oluşabilir miydi?  Oyuna bu ya da benzeri bir açıdan yaklaşan feminist bir bakış metne yepyeni bir yorum getirebilir. Bunun kuşkusuz bu sahnelemede de gerçekleştirilmesi mümkündü. Ama bunun için metinle bugünün açısından hesaplaşan sağlam bir dramaturji çalışması gerekiyor. Kısaca Macbeth’de ele alınan izlekleri iktidar hırsını, baskıyı, zorbalığı, şiddeti sadece fiziksel tiyatronun sınırları içinde işlemek yeterli olmuyor. Tiyatro yöntemleri, teknikleri ve kuramlarının  temel amacı sahne tasarımında anahtar işlev görmeleri, böylelikle tiyatroculara yepyeni yollar açmalarıdır. Sözgelimi sahneledikleri her oyunu kuramsal bilgilere ve araştırmalara dayandıran Boğaziçi Tiyatrosu’nun bir çok oyununda buna  çarpıcı örnekler bulabiliriz.  Ancak yöntem kendi başına bir bağımsızlık kazandığı anda anlamını yitiriyor  ya da  bir ekolün tanıtımı olarak eğitsel bir işlev taşıyor. Bu açıdan Şatonun Altında’yı  hem  bir tiyatro yöntemini tanıtmak hem de  izleyiciyi şaşırtmak ve eğlendirmek açısından çok başarılı bulmakla birlikte yeterli bulmuyorum. Gerçek yaratıcılığın öğrenilen bütün yöntemlerin ve kuramların  tiyatro aracılığıyla yaşadığımız gerçeklerle hesaplaştığı noktada başladığını düşünüyorum.

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *