Benim Yerimde Sen Olsaydın Ne Yapardın?

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 5 Ağustos 2023 tarihinde Mimesi Dergi‘de yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Empati aranıyor

Oyuncu ve yönetmen Ahmet Mümtaz Taylan’ın bir süredir ilgiyle izlenen Empati programında bu kadarı da olamaz diyebileceğimiz çeşitli yaşam öyküleriyle karşılaşıyoruz. Büyük bir adaletsizlik sonucu yıllarca hapse düşen bir adamın öyküsünden köyde yokluklar içinde doğan bir çocuğun dünyaca ünlü bir bilim adamı olmasına değin çeşitli öyküler dinliyoruz bu programda. Empati, kendini başkasının yerine koymak, onun gibi duymak ve düşünmek anlamına geliyor. Bu nedenle stüdyoya çağrılan empati uzmanları dizi oyuncuları ve yazarlara ‘Sen onun yerinde olsaydın ne yapardın?’ sorusu çerçevesinde öykü öyle bir anlattırılıyor ki izleyici de empatiye yönlendiriliyor. Stüdyo konukları kendi kişiliklerine ve yaşam deneyimlerine göre öykünün kilit noktasını oluşturan soruları yanıtlıyorlar. Hem anlatılan öykü hem de öyküyle bütünleşen konuklar ile ilgili ipuçları, programı düşündürücü olduğu kadar eğlenceli bir oyuna da dönüştürüyor. Sözgelimi tiyatrocu Nazan Kesal büyük bir dikkat yoğunluğuyla sadece anlatılan öyküye odaklanırken, dizi oyuncusu Burcu Biricik duygularını ifade edecek sözcüleri arıyor ya da yazarlardan Murathan Mungan bilgisini ve birikimini öyküyle harmanlarken, Ahmet Ümit anlatılan kişinin yaşamını gözünün önünde canlandırmaya çalışıyor. İzlediğim çeşitli programların içinden diyaloğa açık, neşeli ve doğal haliyle Ahmet Ümit’i çok sevdim; anlatılan kişiyle özdeşleşirken onun dünyasının birden öylesine içine giriyor ki izleyicinin de hayal gücü tetiklenmiş oluyor.

Empati körlüğü

Empatinin karşıtı narsizmdir, kendini aşırı derecede önemseyen ya da beğenen insanların kendi dışlarına çıkamamalarıdır. İçinde bulunduğumuz narsizm ve teşhir çağı ister istemez duygu ve empati körlüğüne yol açıyor. Herkes öylesine kendisiyle, özellikle de kendi dış görünüşüyle uğraşıyor ki, başkalarının öyküsünü dinlemeye zaman bile kalmıyor. Başkalarının öykülerini anlatan romanlara, öykülere olan ilginin günden güne azalması bunun somut bir göstergesi değil mi? Yine başkalarının öykülerinde odaklaşan nitelikli dizilere ilgi de belli bir yaş grubuyla sınırlı kalıyor. Sadece etki yaratmak ya da gerilim uyandırmak amacıyla yapılan diziler ise empatiyi ciddiye bile almıyor.

Anlatılamayan Öyküler – Başkasının öyküsünde kendini bulmak

Öte yandan günümüzde gerçek yaşam öykülerine ilginin arttığı da göze çarpıyor. Başkalarını dinleme sabrı olanlar başkalarının öyküsünde kendilerinden de bir şeyler buluyorlar. Son zamanlarda moda olan psikolojik diziler buna örnek veriyor. Elif Şafak empatiye yer veren bir sanat anlayışının insanı nasıl özgürleştirdiğini, genişlettiğini, zenginleştirdiğini, derinleştirdiğini ve kendini aşma yollarını gösterdiğini dile getiriyor. Gerçekten de empatinin çok büyük bir gizil gücü var. Nörobilimci Prof. Dr. Joachim Bauer Empatik Gen (Das emphatische Gen) kitabında empati gücünün, dolayısıyla sosyal iletişim yetisinin yüksek olmasının sağlığımızı da olumlu etkilediğinden sözediyor. Empatinin mutluluk hormonu diye adlandırılan oksitosin hormonunu tetiklemesi kanser, kalp yetmezliği gibi hastalık risklerine olan bağışıklık sisteminin güçlenmesine yol açıyor. Bu tür hastalıkların kökeni yıllarca süren bir iltihaplanma sürecine bağlı, empati geni iltihaplanmayı engelleyebiliyor ya da durdurabiliyor.[1]

Korona döneminde belgeselci Deniz Şengenç’le birlikte Haneye Tecavüz romanımdan uyarladığım Anlatılamayan Öyküler adlı dijital tiyatro projemizde yaşamları birbiriyle kesişen farklı toplumsal katmanlardan gelen yedi kadının iç içe örülü öyküsünü onların ağzından dinliyoruz. Tülay Günal’dan Berna Laçin’e, Aysel Yıldırım’dan Duygu Dalyanoğlu’na kadar güçlü oyuncuların canlandırdığı bu öyküler Ankara Cermodern ve Kültür Merkezi’nde ve İstanbul Gazhane’de sergilendi. Tek tek odalarda izlediğimiz öykülerin özelliği hem izleyiciyi empati yoluyla bu kişilerle bütünleşmeye çağırması hem de ona ayna tutmasıydı. İzleyiciyi hem başkalarının öyküsünü dinlemeye, hem de kendi yaşamındaki kırılma noktaları üzerine düşünmeye çağıran bu proje empatinin giderek geri plana itildiği bir ortamda kuşkusuz çok küçük bir kesime sesleniyor (Sonuçta kim yirmi dakika başkasının öyküsünü dinleme sabrını gösterecektir ki?) Anlatılamayan Öyküler umarım zamanla daha geniş bir izleyici çevresine ulaşma şansını da yakalar.

Narsizm hastalığı

Günümüzde toplumu bir hastalık gibi saran ben merkezcilikten ve narsizmden payını en çok sanatçıların da alması şaşırtıcı değil. Özellikle star konumuna gelmiş sanatçılarda bunun etkisi büyük. Nedense güçlü ego’yu, özellikle sanatçılarda doğal bir olgu olarak alımlarız, ancak ne büyük tehlikelere yol açabileceğini de gözden kaçırırız. Bunun nedeni sanatçıya diğer insanlardan daha üstündür gibi özel bir paye veren ve onu efsaneleştiren romantik bir görüş ki bugün bu görüşün de büyük oranda etkisini yitirdiğini söyleyebiliriz. Sanatçı içimizden biridir. Belki hayal gücü daha gelişmiştir, daha duyarlıdır, kendini daha iyi ifade edebilir, kalemini ya da bedenini sıradan insandan daha iyi kullanabilir ama sıradan insandan hiç de farklı değildir.

Empati programında da kimi sanatçılar bu programı sadece kendi birikimini otoriter bir biçimde sergilemek için bir araç olarak görürken kimi de Burcu Biricik gibi içtenliği ve özgünlüğü ile dikkat çekiyordu. Kendi dışına çıkmak ile kendinde odaklaşmak arasında gidip gelen yazarlar ve sinema ve dizi oyuncuları için empati sanatlarının özünü oluşturuyor.

Empati kadınlara özgü mü?

Öte yandan ataerkil toplumda empati kadınlara özgü bir davranış olarak kabul ediliyor. Çünkü  eril koşullandırmaya göre kadınlar duyarlıdır, duygusaldır, erkekler ise dirençlidir, savaşçıdır, yönlendiren her zaman erkektir, kadın çekingen ve pasif, erkek atılgan ve aktiftir. Bu açıdan kadınlardan özverili olmaları beklenir. “Özverili misiniz?” sorusuna “Hayır, önce kendimi iyi hissetmeliyim ki özverili olabiliyim” diyen kadın hiç duydunuz mu?  Öte yandan bu soru erkeklere sorulmaz bile. Ailede çocuklarla ilgilenen hep kadındır, tersi çok enderdir ve bizde kolaylıkla alay konusu olabilir. Bir kadın evlenmemişse ya da dulsa ondan aile büyüklerine bakması doğal olarak beklenir, bir erkeğin bu sorunları üstlenmesi düşünülemez bile. Narsizm ise daha çok erkeklere özgüdür. Erkek kıskançtır, öfkelidir, kendi dışına çıkamaz. Ne var ki bütün bunlar ataerkil toplumun yönlendirmeleridir. Empati kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de vardır, ancak ataerkil koşullanma bu yetinin körleşmesine yol açmıştır. Yeni Zelanda  Kadın Başbakanı Jacinda Ardern “Politikada en üzücü olan olgu, savaşmaya, karşı koymaya ve güce yer verilmesidir” diyor. O kadar ki karşısındakini dinlemeye ve anlamaya çalışma ve empatiye hiç fırsat tanınmaz. Ama günümüzdeki küreselleşme yeni bir duruşu koşulluyor. Kendini başkasının yerine koyan, yeni kuşağı anlayan yöneticilere ihtiyacımız var. En önemli benim, en güçlü benim dediğimiz sürece kaybeden hep biz olacağız.”[2] Günümüzde tıptan politikaya kadar her meslek alanında empati önem kazanıyor. Sanat ise empatiyi önemsemeyen ataerkil sınırlandırmaları ve dayatmaları kırabildiği oranda bir anlam taşıyor.

Tökezleme öyküleri aranıyor

Sonuçta Empati programı hem davet edilen konuklar hem de biz izleyiciler açısından bizleri empati yetimizi geliştirmeye çağıran düşündürücü olduğu kadar eğlenceli bir program. Ancak bu programda art arda birkaç öykü anlatılacağına tek bir öyküde odaklaşılabilse ve bu öykünün derinlerine inilse, öykünün kahramanını kıskaç altına alan tökezleme taşları ve bu taşları döşeyen kurumlar aile, okul, kısaca toplumsal sistem daha net gösterilebilse konukların da, izleyicilerin de belleğine yerleşecek çok daha derin yaşantılara yol açılabilirdi. Öte yandan başarı öykülerinden çok tökezleme, düşme ve yeniden ayağa kalkma öyküleri de çok ilginç olabilirdi, çünkü yaşamımızda başarı öyküleri çok ender bir biçimde gelişirken tökezleme öyküleriyle her an her dakika karşılaşıyoruz. Bu tür öyküleri  de mercek altına almak çok etkileyici olabilirdi. Ama bunun için hem çok çarpıcı bir öykü bulmak, hem de seçilen öykünün üzerinde ard alan bilgisini de içeren çok  ayrıntılı ve kapsamlı bir araştırma yapmak gerekiyor ki bu da belki böyle bir programının sınırlarını aşıyor.

[1] Joachim Bauer, Lebenseinstellung steuert Risikogene, Focus online, 8.11.2021

[2] Dzordona Grey, warum wir keine starken Powerfrauen brauchen, Im Gegenteil, online Magazin, www.imgegenteil.com, 15.3.2023

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *