“Mizahın olmadığı bir ülkede yaşamak kötüdür. Fakat çok daha kötü olan mizahsız yaşayamayacağın bir ülkede yaşamaktır” Bertolt Brecht’in bu sözleri özellikle baskıların, dayatmaların ağırlık kazandığı otoriter toplumlarda mizahın ne kadar önemli olduğuna dikkati çekiyor. Çünkü artan baskılara karşın mizah bizlere soluk alabileceğimiz bir özgürlük alanı sağlıyor. Bu nedenle de otoriter toplumlarda mizaha karşı sürekli savaşılıyor, mizah sürekli olarak sansürleniyor, mizahçılar da kolaylıkla hapse düşebiliyorlar.
Umberto Eco, Gülün Adı romanında Orta Çağ dünyasını bir polisiye kurgu içinde anlatırken, sonu cinayetlere varan olaylarla gülmeye savaş açmış bağnaz bir din adamını anlatır. Gülmenin korku duvarını kırabilecek yapıcı bir gizil gücü olması özellikle bağnaz dincilerin gözünü korkutur. Bu korku da ancak şiddet aracılığıyla engellenebilir. Bu nedenle tek çözüm gülmeyi savunan her şeyi yok etmektir. Günümüzde milliyetçiliği ve dini baskı aracı olarak kullanan otokratik yönetimlerde gülme de, gülmece de yasaklanabiliyor. Bunun en son örneğini Kuzey Kore’de her yıl diktatör Kim Jong II için düzenlenen yas süresi boyunca yürürlüğe giren gülme ve içki yasağı veriyor. Amerika’da Donald Trump yönetiminde bir komedyen Trump’ın turuncuya çalan saçıyla aynı renkte bir orangutan fotoğrafını yan yana koymuş ve ikisi arasındaki benzerliğe dikkati çekmişti. O günlerde Trump’ın atalarının kim olduğu tartışılmaya başlanınca Trump komedyene dava açmıştı. Bu öykü aylarca medya da eğlenme konusu olmuştu. Rusya’da Putin ile ilgili en küçük bir espri bile insanların hapse girmesine yol açıyor. Bunun gibi sayısız örnek getirilebilir.
Doksanlı yılların sonunda Afganistan’da kadınların Taliban yönetiminin öngördüğü çeşitli yasakların arasında kadınların gülmesi de geliyordu. Bizde de siyasetçilerin kadınların gülmesinin yakışık almayacağını dile getiren ve büyük tepki alan sözleri yine aynı görüşün uzantısı. Bu görüş hem bir karşı duruş olarak gülmeyi hem de kadınları ne büyük bir tehlike olarak gördüğünü gösteriyor. Çünkü baskıya dayanamayan ve karşı çıkan kadınlar da uzun vadede tehlikeli bir gizilgücü oluşturuyor.
Kökenini korku ya da konformizm ve çıkarcılıkta bulan körleşmeye karşı en iyi panzehir mizah olduğu için de özellikle eğitim ve öğretim alanında mizaha şiddetle karşı çıkılıyor. Aziz Nesin’in hiçbir yapıtının 100 Temel Eser’de yer almaması buna tipik bir örnek veriyor. Bugün özellikle Anadolu’daki okullarda okuyan çocukların pek çoğunun Aziz Nesin gibi evrensel bir mizahçının adını bile duymamaları dikkat çekiyor. Aziz Nesin mizahın eğitimden dışlanması sorununu yazılarında önemle vurguluyordu. Yetmişli yıllarda okullarda Dickens ve Gogol’un kitapları yasaklanırken, “millî terbiyemize aykırı, ahlak, aile, hatta cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf” kitaplardan söz ediliyordu.[1] Aziz Nesin eğitim sorunlarımızı eleştiren Şimdiki Çocuklar Harika kitabını bir yarışmaya gönderdiğinde jüri üyeleri kitabın çocuklar için uygun olmadığı gerekçesiyle bu kitabı yarışma dışı tutmuştu. Oysa jüri üyeleri tanınmış bir aydın kesimden oluşuyordu. Bunun da otosansüre tipik bir örnek olduğu söylenebilir. Kendi çocuk kitaplarım da, söz gelimi Gergedan Oyunu ve Şimdiki Çocuklar Hala Harika’da kullandığım eleştirel mizah anlayışı çocuklar tarafından sevilirken yetişkinler tarafından çocukları olumsuz etkileyebilir düşüncesiyle eleştiriye hedef olmuştu. Oysa amacım sadece çocukları gözlemleyerek büyüklere bakışlarını onların gözünden anlatmaktı ki çocuklar baskı yaratan her şeyle, otoriter bir eğitim sistemiyle, otoriter öğretmenlerle çok güzel dalga geçebiliyorlar. Bunu göstererek yetişkinlerin yaşamına ve çocuklarla ilişkisine çocukların açısından bir eleştiri getirmek istemiştim.
Baskıcı ve otoriter sisteme ve bunu besleyen zihniyete karşı direnen bir mizah anlayışının daha iyi bir geleceği hedefleyen ütopik bir boyutu olduğu söylenebilir. Ünlü yazar ve mizahcı Kurt Tucholsky mizahçının yara almış bir idealist olduğunu söylüyordu. Daha iyi bir dünya ya olan inancını ve umudunu yitirmediği için kötü olana savaş açmıştır. Bu inanç ve umut , temelini modernist düşüncenin özünü oluşturan ve postmodern çağda etkisini giderek yitiren aydınlanmacı dünya görüşünde buluyor. Bu tür bir gülmece anlayışına bugün de bağlı kalabilen yazarlar modernizmin ünlü düşünürü Habermas’ın deyişiyle “daha tamamlanmamış, bitmemiş bir proje” olduğu inancını koruyorlar.
[1] Aziz Nesin,Çuvala Doldurulmuş Kediler, İstanbul 1985