Femtrak Dergisi için sosyal medyada yaptığım bir deneyi bu yazımda paylaşıyorum. Birbirinden çok farklı olan üç yazarın Aziz Nesin, Haldun Taner ve Orhan Pamuk’un şaşırtıcı bir ortak yanı dikkatimi çekmişti. Acaba bu ne olabilirdi? Kuşkusuz böyle bir soruyu yanıtlayabilmek için her üç yazarı da tanımak, kitaplarını az çok okumuş olmak gerekiyordu. Bu nedenle deneye katılanların yaş ortalaması da, kültürel birikimleri de yüksekti.
Bir deneyin sonuçları
Soruma yanıt olarak her üç yazarı da ayrıntılı olarak irdeleyen görüşler geldi. Ama bu görüşlerin sorduğum soruyla ilgisi yoktu, çünkü ortak yönden çok ayrılan noktalar üzerinde duruluyordu. Yazar ve erkek olmaları kuşkusuz doğruydu ama bundan nasıl bir sonuç çıkabilirdi? Her üç yazarın İstanbul kültürünün içinde yetişmiş olmaları ise yine güzel bir gözlemdi ama acaba bu görüş yazarlara ilişkin ortak bazı ipuçlarını bize verebilecek miydi? Sanırım araştırmak gerekecek. Her üç yazarın da muhalif olmasıysa ilk bakışta doğru görünse bile okuyucunun da yazısında vurguladığı gibi Orhan Pamuk’un oryantalist ve postmodern yanı onu yine de diğerlerinden ayırıyordu. Bir okuyucu da her üç yazarın her şeyin doğrusunu bilen, tepeden bakan görüşünü eleştiriyordu. Günümüzde sorunlarla yüzleşmek, sorgulamak, eleştirmek pek geçerli olmadığına göre bu görüşün de bugüne özgü bir anlayışı dile getirdiğini söyleyebiliriz.
Kadınlar nerede?
Aslında yanıt şaşırtıcı derecede basit: her üç yazarın da yarattığı kadın karakterler bütünüyle eril bir dünyanın ürünü. Kadınlar ya geri plândalar ya hiç yoklar ya da eril klişelerin içine kilitlenmiş kalmışlar. Ancak yaptığım deneyde bu noktaya dikkati çekenlerin sayısı çok azdı. Elli kişiden (onu’u erkek, kırkı kadın) sadece on üçü (onlardan da biri erkek, on biri kadın) bunu gündeme getirmişti.
Eril bakışı deşifre edenlerden biri “Kadın dünyası karşısındaki duyarsızlıkları” diyordu. “Her üçünün de eserlerindeki ötekileştirilen kadın imgesi dikkati çekiyor” diyordu başka bir katılımcı… ‘’Kadın imgesi yer yer mizah aracı olarak kullanılıyor yer yer de klişeleşmiş bir role vurgu yapıyor. Sonuçta her üç yazardan beklenmeyecek biçimde olumlu nitelendirilmeyecek bir perspektiften irdeleniyor kadın”, “Gürül, gürül erkek olmaları” diyordu başka biri alaylamayla. “Dolayısıyla yarattıkları dünya da öyle”.
Beni düşündüren çoğunluğun (sonuçta bu konuya değinenlerin sayısı yaklaşık beşte birdi) böylesine önemli bir noktayı gözden kaçırmış olmasıydı. Aslına bakılırsa deneye katılanların sayısı elliden fazlaydı, çünkü bir çok kimse yazarların ortak yanını ilk anda çıkaramadığı için geri planda durmayı tercih etmişti. Sonucu açıkladığımda gelen yanıtlar bunu kanıtlıyordu. Acaba bunun nedeni ne olabilirdi?
Eril klişelerin içine kilitlenmiş kadınlar
‘Ataerkilliğin en karakteristik yanı görünmez olması, tıkır tıkır işleyen ve yaşamımızın doğal bir parçasına dönüşen bir sistem bu’ diyor Yüzleşme adlı tiyatro oyunumun baş karakterlerinden biri…Gerçekten de öyle bir sistemin içindeyiz ki bir çok şeyi göremiyoruz, görsek de üzerinde durmuyor ya da durmak istemiyoruz.Nitekim deneye katılanlardan bir kaçı bu kadar önemli bir şeyi nasıl gözden kaçırdığımızı sorduğumda “kanıksamadan” sözediyordu. Bazı şeyler o kadar doğal ki sorgulamak aklımıza bile gelmiyor. Yıllardır toplumsal cinsiyet alanında çalışmama karşın benim de ilk anda göremediğim için kendime şaşırdığım o kadar çok şey oluyor ki. Gerçekten de biz kadınlar yok sayılmayı, görünmez olmayı nasıl oluyor da bu kadar rahat kabullenebiliyoruz? Sanırım burada belirleyici olan bir çoğumuzun erkek-kadın eşitliğini savunsak bile ataerkilliği hiç fark etmeden içselleştirmiş olmamız, böyle olunca da eril ideolojiyi doğal saymamız.
İdeoloji eleştirisi
Bu açıdan, edebiyattan dizilere değin ideoloji eleştirisinin (gösterilenin ardındaki dünya görüşünün sorgulanmasının) çok önemli olduğunu düşünüyorum. Farklı bir bakış, kendi farkındalığımızı da geliştirmemize yol açacaktır. Bunu TV Dizi Pusulası, Dizi Eleştirisinin Temelleri kitabım üstünde çalışırken birinci elden yaşadım. Dizilerde toplumsal cinsiyet konusu üzerine düşünürken ilk bakışta gözümden kaçan ya da önemsemediğim, doğal saydığım o kadar çok şey fark ettim ki.
Kadınların penceresinden
Bu küçük deneyin yeni tartışmalara yol açmasını isterdim. Günümüzde toplumsal cinsiyet açısından kadın erkek ilişkilerini sorgulayan, bu bağlamda güçlü kadın karakterleri yaratan yazarlarımız var mı, varsa kimler? Bu alanda verimli bir düşünce alışverişi günümüz yazarlarından Elif Şafak’ın romanlarına belki yeni bir gözle bakmamıza yol açabilir, buna karşılık Hakan Günday’dan Emrah Serbest’e kadar yaratıcılığı çok yüksek olan bir çok yeni yazarın cinsiyetçi ve eril bakışlarını sorgulamamızı, roman ve öykülerine de bu açıdan eleştirel bir açıdan bakmamızı sağlayabilir.