Gündemden hiç düşmeyen bir dizi
Kızıl Goncalar dizisi bir süre gündemden hiç çıkmadı. Tarikatları mercek altına alan dizi İslam düşmanlığı yaptığı gerekçesiyle sağcı medyanın tepkilerine neden oldu, dizinin afişlerine boyalı saldırı düzenlendi, çekimlerin yapılacağı mekânların izinleri iptal ettirildi, sonuçta dizinin ne ahlaksızlığı kaldı ne de din düşmanlığı. Ama dizi aldığı ağır cezalara rağmen yaşamını sürdürmeye devam etti.
Seküler duruşu benimseyen bir doktor ve ailesi ve tarikatlar arasındaki çatışmayı gündeme getiren dizi farklı çevrelerde tartışmalara yol açarken diziyi bütüncül bir bakışla mercek altına alan bir duruşun eksikliği göze çarpıyordu. Ayrıntıya saplanarak diziyle ilgili alelacele görüş belirtmek eleştirel bir yaklaşıma çok uzak düşüyordu. Söz gelimi dizinin seküler kesiminden Psikiyatrist Dr. Levent’in Atatürk’ten alıntılar yapması çok alkış toplamıştı. Atatürk’ten alıntılar yapmak dizinin çok iyi bir dizi olduğunun açık bir kanıtıydı sanki. Ya da köyden kente göç edip tarikatçıların eline düşen bir ailenin kadınları Meryem ve kızı matematik dehası Zeynep’in olumlu karakterler olarak çizilmesi ya da tarikatın önde gelenlerinden Cüneyt Efendinin Beethoven’den söz etmesi dizinin muhafazakârları olumlu gösterdiği görüşüne yol açmıştı.
Diziye bütüncül bakış
Diziye TV Dizi Pusulası, Dizi Eleştirisinin Temelleri kitabımda önerdiğim gibi öykü, biçim, kurgu, karakterlerin yoğuruluşu ve gelişimi ve dünya görüşü vb. temel ögeler göz önüne alarak bütüncül bir bakışla yaklaştığımızda nasıl bir dünyayla karşılaşıyoruz? Dizi gerçekleri ne kadar yansıtıyor? Karakterler klişe ve yapay mı, olay kurgusu zorlama mı? Olaylar ve çatışmalar nasıl bir dünya görüşünü sunuyor? Bu soruların yanıtını aradığımızda şimdiye değin şunları saptayabiliyoruz:
Seküler çizgideki aile iç çatışmaları, mutsuzluğu ve geçmişten bugüne yaşadığı olumsuzluklarla büyük iniş ve çıkışlar yaşayan karmaşık bir yapılanmayı sunarken, tarikat bireye hiçbir hak tanımayan otoriter ve hiyerarşik yapılanması, kızların eğitim görmesine karşı çıkışı, kadınları hiçe sayan ve çocuk evliliğini destekleyen duruşuyla bütünüyle olumsuz bir tablo çiziyor. Tıpkı kadınların siyah çarşaflara bürünmeleri gibi zihinler de karalara bürünmüş. O kadar ki bu iç daraltıcı dünyada insanların kendi dilleri bile yok. Birtakım kalıplar, bol simge ve metaforlarla süslü sözcükler ve Arapça deyişler insanların duygu ve düşüncelerini anlatmaktan çok uzak. Buna boyundan büyük felsefi nutuklar atan Cüneyt efendi hazretlerinin konuşmalarını da sayabiliriz. Dil yaşamdan kopukluğu ve yapaylığıyla tıpkı kadınların siyah çarşafları, erkeklerin cüppeleri gibi yabancı bir kültürün göstergesi. Hazretler ve efendilerin egemen olduğu bu kul köle dünyasında insanların soluk almaya bile hakları yok. Tarikatın önde gelen gençlerinden Cüneyt efendi ise akli dengesini çocukken yaşadığı bir travma sonucu iyice yitirmiş. Laytmotif olarak yinelenen geçmişe dönüş sahnesi Cüneyt’in travmasının bu baskılara büyük olasılıkla dayanamayan annesinin intiharından kaynaklandığı izlenimini yaratıyor. Kısaca dizinin şimdiye değinki bölümlerinde tarikatı herhangi bir biçimde olumlu gösteren hiçbir ize rastlamıyoruz.
Bütün bu insanlık dışı baskıların altında en çok ezilen kadınlar ise tarikat çemberinden kaçıp öğretmenlik yapan Birgül, Cüneyt efendiyle evlendirilmek istenen Zeynep ve annesi Meryem’in olumlu karakterler olarak gösterilmesi ise tarikatı olumlu göstermiyor, tam tersine kadınları ve çocukları hiçe sayan duruşunun altını çiziyor.
Dizinin mesajı nedir?
Seküler çizgideki aile ile tarikatçıların yollarının kesişmesi, Doktor Levent’in Meryem’e ve kızına yardım etme, kızı evlilikten kurtarma girişimleri nasıl gelişecek, bu süreçte farklı kesimlerdeki bireylerin birbirlerine yaklaşmaları, birbirlerini anlama çabaları nasıl sonuçlara yol açacak? Çözüm olarak önerilen şu an AKP çizgisinde geçerli olan orta yol mu, söz gelimi kadınlar okusunlar ama dine ve geleneklere bağlı bir yaşamın değerini anlasınlar, başörtülerini takıp edepli davransınlar zihniyeti mi, yoksa toplumumuzda uç noktalarda yaşanan kutuplaşmayı gerçekten aşma çabası mı? Bu sorunun yanıtını verebilmek için dizi hakkında şimdiye değin yapıldığı gibi tepkiler göstermek ya da bir ayrıntıya saplanarak olumlu ya da olumsuz görüş belirtmenin yerine dizinin gelişimini adım adım izlemek gerekiyor. Bu bağlamda özellikle dizideki kadınların temsilinin toplumsal cinsiyet açısından mercek altına alınması diziye dair önemli ipuçları verecektir.
Dizinin ataerkil çarkın içindeki mutsuz kadınları
Kadınlar tutuculuğun giderek yükseldiği bu eril dünyada ne kadar ‘var’lar ya da kendilerini var edebiliyorlar? Dizinin şimdiye değinki bölümlerinde tarikat çemberindeki kadınların tarikat büyüklerine bütünüyle kul köle olduklarını görüyoruz, erkek izin vermeden kadın başını bile kaldıramıyor. Bunun dışına çıkanlar öğretmen Birgül başörtüsüyle muhafazakâr bir yaşamı temsil ediyor. Birgül’ün tarikatla bozuştuğunu biliyoruz ama henüz çok silik kaldığı için nasıl bir yaşam sürdürdüğünü bilemiyoruz. Seküler kesimden Doktor Levent’in karısı Beste kocası gibi doktor. Ama çocuğu olmadığı ve başkasının çocuğunu evlat aldığı için bunalım içinde. Buna karşılık Meryem kızı için hiçbir özveriden kaçınmayan olumlu bir karakter olarak çiziliyor. İki uç noktadaki kadının ortak yönü annelikleri. Kötü anne – iyi anne karşıtlığı toplumda kadına nasıl bir rolü öngörüyor? Kadının annelik dışında bir kimliği yok mu? Kadının doktor olması kendi ayaklarının üstünde durması için yeterli değil mi? İlle çocuk doğurması, çocuğu olmadığı için de kimlik bunalımına mı düşmesi gerekiyor? Beste birikimi olan, okumuş bir kadın olduğu halde neden böylesine bir değersizlik duygusu yaşıyor, neden kendi kimliğini bulamıyor, kendini gerçekleştiremiyor? Levent’in evlenmeye karşı olan gazeteci kız kardeşi ise marjinal bir kadın olarak iyice belirsiz kalıyor. Genç kuşaktan Doktor Levent’in kızı Mira ailesinden yeterince sevgi ve ilgi görememiş dengesi bozuk, mutsuz bir kız, buna karşılık Meryem’in kızı Zeynep bir matematik dehası, çok sevimli ve sıcak bir karakter olarak gösteriliyor. Diziye toplumsal cinsiyet açısından baktığımızda kadınların özgürleşemedikleri bir dünya canlanıyor. Öyleyse çözüm nedir? Dizinin ilerleyen bölümlerinde bazı şeyler açığa çıkacaktır kuşkusuz. Ama şimdiye değin gördüklerimiz dizinin bugün toplumumuzda geçerli olan orta yolu savunuyor izlenimini yaratıyor. İdeal kadın yetenekliyse başörtüsünü takıp edebiyle eğimini sürdürür, zamanı gelince evlenip çocuk doğurur, ideal bir anne ev kadını olur. Kadının evlenmemesi ya da anne olamaması mutlaka bunalıma yol açacaktır. Dizide kadına öngörülen roller açısından daha fazlasını şimdiye değin göremiyoruz.
Konuyu toparlayacak olursak şu soru önem kazanıyor: Dizi günümüz yönetiminin önerdiğini bir yaşam biçimini popüler bir biçimde sunma çabasında mı, yoksa günümüzde yaşananlarla hesaplaşmayı mı hedef alıyor? Dizinin şimdiye değinki bölümleri yönetimin öngördüğü bir yaşam biçimini sunmanın ötesine geçemiyor. Bu ne kadar değişebilir, bilemiyoruz. Sanırım bunu zaman gösterecek.