Yıl 2014: Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda Ayla Algan’ın Lena, Leyla ve Diğerleri oyunumu sahneleyeceğini öğreniyorum. Oyuncu Cihan Bıkmaz olacak. İlk kez bir oyunum sahnelenecek. Çocuk gibi seviniyorum. Cihan’la daha tanışmıyoruz ama Ayla Algan’a çok heyecanlanıyorum. Onunla ilgili öyle çok anım var ki, ilk filmlerinden Ah Güzel İstanbul’da köyden kente gelen küçük kızın öyküsünden, Dostlar Tiyatrosu’nda Genco Erkal ile birlikte oynadığı Rozenbergler Ölmemelidir’e değin komik, dramatik çeşitli oyunculuk biçimleri; Berlin, Frankfurt çeşitli kentlerdeki karşılaşmalarımız, konuşmalarımız belleğimde bir anda canlanıyor. Ayla’nın canlılığını, enerjisini, biraz uçuk halini hissediyorum. Aynı anda sorular da kafamda büyüyor: Lena, Leyla ve Diğerleri oyunumda Ukrayna’dan Türkiye’ye göç eden, Lena iken Leyla olan sonra da büyük bir kimlik bunalımına düşen bir kadının öyküsünü anlatıyorum. Ayla acaba bu oyuna nasıl yaklaşacak? Nasıl bir yorum yapacak, sözgelimi oyunda kadının içine düştüğü kısır döngüyü gösteren yabancılaştırma etkilerini kullanacak mı, ataerkilliğin kadını nasıl bir çıkmaza ittiğini gösterecek mi, yoksa bambaşka bir yoruma mı gidecek?
Yıl 2015. Ocak ayı. Lapa lapa kar yağıyor. Yerler buz tutmuş. Taksi tabii bulunmuyor. Düşe kalka Ayla’nın Harbiye Kervansaray’daki evine gidiyorum. Sımsıcak karşılıyor beni. Ucunda kırmızı bir kuş olan nazarlıklar, boncuklar hediye ediyor. Oyun üstüne konuşuyoruz. Sahnelemede barkovizyon kullanmak Lena’yı barkovizyonda göstermek istiyor, böylelikle tek kişilik bu oyunda oyuncunun yükü de biraz azalmış olacak. Sonraki günlerde oyunumu keşfeden, oynamak isteyen Cihan Bıkmaz’la tanışıyorum. Bu oyunun ne kadar tutacağını, Cihan’la birlikte kaç kere Ukrayna’ya davet edileceğimizi, yurt içi turnelere katılacağımızı, ileriki yıllarda oyunun psikolojik, epik ağırlıklı farklı yorumlarının sahneleneceğini ve Ankara’dan Van’a, Antep’ten Diyarbakır’a kadar her yerde turne yapacağını, Almanya turnesini, hiç birini henüz bilmiyorum. Ama içimde iyi bir duygu var, bu oyun izleyicisini mutlaka bulacak gibi bir duygu…
Oyunum gerçek bir yaşam öyküsüne dayanıyor. Oyunun galasında Lena’yı ve Leyla’yı belki de Leyna’yı aynı anda görüyoruz. Lena’nın elinde kırmızı bir şarap kadehi var, Leyla’nın başında ise kıpkırmızı bir türban, Leyna ise mutluluk ve hüzün gözyaşları içinde bakıyor bizlere.
Ayla Algan’ın oyunun finalinde Lena’nın akıl hastanesinde neredeyse delirdiğini dile getiren bu dışavurumcu yorumunu beğendim mi? Sanırım her yazarın kafasında kendi tasarımı vardır. Ayla’nın yorumu gerçekten de benimkinden çok farklı… Ama tiyatronun en heyecan verici yanı da bu değil mi? Yazar bir oyun yazıyor, oyunu sahneleyen ve oynayan kişiler bu oyuna kendi yaşam deneyimlerini, kendi yorumlarını katıyorlar.
Oyun sahnelendikten sonra gelen geri dönüşümler çok heyecan verici. Genç yaşlı birçok kadın bu oyunda kendini görüyor, kendini buluyor.
Ayla, Cihan ve benim katıldığımız bir açık oturumda ben, Lena’nın içine düştüğü çıkmazın nedenlerini anlatmaya çalışırken, uzun irdelemelerden sıkılan Ayla, “Bu bir aşk diye bağırıyor”. “Sen düpedüz bir aşk öyküsü anlatıyorsun, daha ne!”.
Biz kadınlar ne istiyoruz, ne bekliyoruz hayattan? Aşk mı yaşamımızdaki en önemli şey, yoksa kendimizi bulmamız mı? Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, yaşamımıza nasıl bir anlam kattığımızı bilmemiz mi? İnsanı kendinden alıp götüren değil, kendiyle yüzleştiren aşk değil mi aşkların en değerlisi?
Ayla’yı sevgi ve şükranla anıyorum.