Tiyatroda Bir Tabunun Kırılması

Tiyatroda Bir Tabunun Kırılması

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 3 Ağustos 2024 tarihinde TEB Oyun‘da yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Suskunluk Duvarlarının Kırılmasından Adalet Arayışına Değin Giden Uzun Yol

Canavar Kim?

Sahnede aynı aileden üç kişi. Yazar Kemal ve kuzenleri Derya ve Aslı bir taşra kentinde buluşuyorlar. Kuzenlerin bir araya gelmesiyle çocuklukları canlanıyor. Geçmişin hüzünlü, komik anlarını paylaşıyorlar birbirleriyle. Gülüşmeler, şakalaşmalar, havadan sudan konuşmalar izleyicilerin kahkahalarına karışıyor. Sonra birden nasıl olduğunu bile fark etmeden kapkaranlık bir tünelin içinde buluyoruz kendimizi… Sahnedeki neşeli, tasasız atmosferin ansızın gerginliğe, gerginliğin saldırganlığa, saldırganlığın bir haykırışa dönüşmesi; bütün sırların ortaya döküldüğü bir haykırış…

Geçmişin karanlığında gizlenen bir canavar var bu ailede. Çocuk tacizcisi ve istismarcısı İrfan enişte…  Bu canavardan söz etmek, onu anlatmak çok zor, neredeyse olanaksız… Belki de geçmişin karanlık kilerinin kapısını yine sımsıkı kapatmak gerekiyor… Belki de unutmak gerekiyor… Hatırlamamak, unutmak, susmak… Bir anda birbirlerine giriyor kuzenler; birbirlerini suçluyorlar. Oysa asıl suçlu onların çocukluklarını çalan canavar İrfan enişte değil mi?  Öyleyse bu kızgınlık, bu öfke kime, neye?  Canavar kim? İrfan enişte mi yoksa yoksa olup biteni görmezden gelen aile bireyleri mi? Neden çocuk tacizine izin veriliyor, neden herkesin tanık olduğu ama gözlerini sımsıkı yumduğu bu canavarca olayın önüne geçilmiyor, neden bu sır saklanmaya çalışılıyor? İnsanları tetikleyen ne, utanma mı, korku mu, başkaları ne der mi, çıkar ilişkileri mi, neden bu suskunluk? Suskunluk canavarca büyüyerek çocukların yaşamını karartırken yaşam akıp gidiyor. Kimse ama kimse olup biteni görmek istemiyor. Geriye kalan: Acılar…

Kuzenler tek tek İrfan eniştenin yaşamlarını nasıl kararttığını anlatırken bir korkunç olay diğerini katlıyor… Kemal’in anlattıkları ise bölük pörçük; hatırlayamıyor, hatırlamakta zorlanıyor.  Acıdan söz etmek, acıyı anlatmak ne kadar zor, ama imkânsız değil. İşte şimdi  anlatma, konuşma ve birbirini dinleme zamanı… Susma duvarlarının kırıldığı noktada umutla sona eriyor oyun…

Ya gerçek yaşamda insanlar bundan böyle konuşacaklar mı? Yaşadıklarıyla yüzleşmek cesaretini bulacaklar mı? Yıllarca tabu olan bu konuyu gündeme getiren başka tiyatro oyunları yazılacak mı? Bu konu sanatın diğer alanlarına sinemaya, dizilere, romana da yayılarak yaygınlaşacak mı?

Suskunluk duvarlarının kırılması

Tunç Şahin’in yazdığı ve yönettiği Canavar oyunu çocuk istismarı, cinsel taciz ve tecavüz gibi gündemimizden hiç çıkmayan bir konuyu ilk kez sahneye taşıyor. Bu açıdan da suskunluk tabusunu kıran çok cesur bir oyun.  Metin odaklı dramatik yapılı bu oyunun psikolojik bir yapısı var. Tıpkı Henrik İbsen’in oyunlarında olduğu gibi aşama, aşama çıkıyor gerçekler ortaya. Ancak metnin üçte biri havadan sudan konuşmalar aile ile ilgili ipuçları verse bile çok uzuyor, uzadıkça da tekdüzeleşiyor.

Oyun oyuncuların (Tülin Özen, Hakan Emre Ünal, Gülçin Kültür Şahin)  performansına dayanıyor. Oyuncuların dört dörtlük bir ekip çalışmasıyla böyle zor bir konuyu abartıya kaçmadan ve en küçük bir duygu sömürüsü bile yapmadan oynamaları gerçekten etkileyici.

Sahne yorumunda geleneksel tiyatronun sınırları içinde kalınmış. Oyundaki tek eğretileme kapama yemeği ise metin düzleminde kalıyor. Kapama üzeri taze soğan ve marulla kapatılarak pişirilen bu kuzu eti yemeği, ailedeki sırrın kapanmasına gönderme yapıyor. Kuzenler bir araya geldiklerinde kapama pişiriyorlar, oyunun finaline doğru hazır olan kapamayı yemeye başlıyorlar. Ancak birkaç lokmadan sonra kapama kaldırılıyor ve yerine buzdolabında kalmış yemekler patates salatası ve fasulye getirilmesiyle birlikte bir rahatlama oluyor… Oyunun sonunda bütün sırlar ortaya döküldükten sonra kimsenin canı kapama çekmiyor artık. Kurtuluş mu? Belki. En azından bu sırrın yükünden ve ağırlığından kurtuluş…

Kuşkusuz kapanmışlığa, kapatılmışlığa gönderme yapan daha yaratıcı, simgesel bir sahne tasarımı oyuna yepyeni bir boyut getirebilirdi.  Bu da merak uyandırıcı, düşündürücü bir öge olarak çok ilginç olabilirdi. Kanımca bu tür dramatik yapılı geleneksel oyunların çoğunlukla böyle bir soyutlamaya ihtiyacı oluyor. Kısaca oyunun teatral açıdan da metaforlarla zenginleştirilmesi çok çarpıcı bir tiyatro olayına yol açabilirdi. Bu fırsatın kaçırıldığını düşünüyorum. Ama yazar, yönetmen belli ki konunun ağırlığına ve önemine güvenmiş.

Çocuk bakışından

Yazımda değindiğim gibi gündemimizden hiç çıkmayan çocuk tacizi ve tecavüzü konusu tiyatroda  bir ilk.  Ben bunun dijital tiyatro örneğine ilk kez Korona döneminde hazırlanan Hikayelerimiz adlı dijital tiyatro projesinde rastladım. Zeynep Erdem’in hazırladığı, bu projenin ilk öyküsü Fehime’de Ayfer Tunç’un  Fehime öyküsünden yola çıkılarak  tecavüze uğrayan on iki yaşındaki küçük bir kız çocuğuyla erkek kardeşinin öyküsü kız çocuğun bakış açısından anlatılıyor. Ne olup bittiğini bile anlamayan küçük çocukların öyküsü Ayşe Lebriz Berkem’in usta oyunculuğuyla izleyiciyi bir anda sarıp sarmalıyor. Oyunun belki de en umut kırıcı yanı finalde anne ve babalarının onları susmaları ve yaşadıklarını kimseye anlatmamaları için uyarmaları. Bu finalin izleyicide yarattığı çaresizlik duygusu en büyük suçun susmak olduğunu haykırıyor izleyicinin yüzüne.

Suskunluk duvarlarının kırılmasından adalet arayışına

Bu oyunun bittiği yerde bu konuyu ilk kez sahneye taşıyan Canavar’ın öyküsü başlıyor. Geçmişi karanlığa gömmek, sırların üstünü örtmek, susmak ve susturulmanın nelere yol açacağını tartışmaya açan Canavar umutla bitiyor. Çünkü sorunlarla yüzleşmeye cesaret bulduğumuz noktada umut da başlıyor.

Sadece anlatmak, konuşmak, olup biteni açığa çıkartmak yeterli mi? Kuşkusuz değil ama bir şeyleri değiştirmenin ilk adımı. Peki yüzleşmeye cesaret bulmaya başladığımız anda neler yaşayabiliriz? Susma duvarlarını kırdığımız anda ne tür engellerle karşılaşabiliriz, bunların nasıl üstesinden gelebiliriz? İşte bu sorulara benim henüz sahnelenmemiş olan anlatı tiyatrosu olarak kaleme aldığım yeni oyunum Babalar, Amcalar ve Diğerleri yanıt arıyor. Öykü tanınmış bir politikacı ve ünlü bir şairin ailelerinin çevresinde geçiyor. Oyun şair amca tarafından tacize uğrayan Suzan’ın amcasına ve ünlü bir politikacı olan babasına karşı mücadelesinin yenilgiye uğradığı noktada başlıyor. Geriye dönüşlerle yaşananlar anlatılırken bu güçlü aileye karşı savaşın neredeyse imkânsızlığı da gözler önüne seriliyor. Suzan’ın yenilgiye uğradığı noktadan mücadeleye devam eden kuzeni Selen’in öyküsü başlıyor. Babasını hapse kadar götüren Selen’in adalet arayışı bu oyunun ana izleğini oluşturuyor.

Bir tabunun kırılması

Fehime olayları çocuk bakışından anlatarak bu konuya karşı duyarlılık uyandırmayı amaçlıyor. Bu açıdan da bir tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne.İlk kez sahnede izlediğimiziçinbu yazıda ayrıntılı olarak gündeme gelen Canavar susma duvarlarını kırmanın önemini dile getiriyor. Böylece bir tür katarsis etkisi uyandırıyor. Babalar, Amcalar ve Diğerleri ise adalet arayışını anlatırken toplumda çocuğu ve kadını hiçe sayan mekanizmaları göstererek bireysel öykülerin politik yanını vurguluyor. Bu açıdan çocuk tacizi gibi anlatılması zor bir konuyu ele alan her üç oyunun da birbirini tamamladığını söyleyebiliriz. Umarım bu konu zaman içinde tiyatroda hem farklı anlatım biçimleriyle gündeme gelebilir hem de sanatın diğer alanlarında da yaygınlaşabilir.

Zehra İpşiroğlu

İlgili yazılar