Ben bir seks idolüyüm
Köln Operası’nda Mozart’ın Don Giovanni ‘si daha sahnelenmeden şehrin her yerinde büyük reklam sütunlarının üstünde beline kadar çıplak, adaleli, sportif erkek bedenleri göze çarpıyordu. İlk anda yine bir giysi, belki iç çamaşırı reklamı sandım ama adam çıplaktı ve her haliyle “Ben bir seks idolüyüm” mesajını gönderiyordu yoldan geçenlere.
Sonunda Köln Operası’nda Mozart’ın olağanüstü müziğinin eşliğinde bir kadından ötekine koşarken karşılaştım onunla. Gençti, yakışıklıydı, göğsü bağrı açıktı, kadın ve içkiden gözü dönmüştü ve olağanüstü bir sesi vardı. (Seth Carico ). Gözleriyle, bedeniyle kadınları sürekli tarıyor, elliyor, yok ellemiyor yutuyordu sanki. Bas bariton sesi, hızlı ve kaygan hareketleriyle bütün sahneyi ele geçirmişti. Uşağı Leporello ise (Adrian Sâmpetrea) Don Giovanni’yi zaman zaman ustaca zaman zaman beceriksizce taklit etmeye çalışsa da çelişkiler içindeydi. Bir şeylerin yanlış gittiğini biliyordu ama yine de Don Giovanni’den bir türlü kopamıyordu. Sadece para mıydı Leporello’yu efendisine bağlayan, yoksa hayranlık mı? Sonuçta efendisi kadar katı yürekli olmasa da Leporello da kadınları sadece bir haz objesi olarak gören eril bakışın etkisi altında değil miydi?

Kimdir Don Giovanni ? Dört bir yanı saran örümcek ağları gibi her yere zehirlerini saçan toksik bir erkek mi, yoksa içgüdülerinin tutsağı bir zavallı mı, yoksa sınırsız özgürlüğün tadını başkalarının özgürlüğünü çalmakta bulan bir suçlu mu?
Gecenin karanlığında koç maskesiyle yatak odasına dalıp tecavüze yeltendiği Donna Anna ilk kurbanıdır, Don Giovanni’yi durdurmaya çalışarak kızını korumak isteyen Donna Anna’nın babası ise ikinci; hengame içinde Donna Anna’nın babasıyla itişirken öldürür onu. Kendisini gerçekten seven Donna Elvira’yı ise çoktan yüzüstü bırakmıştır. Köylü kız Zelina ile bir köy düğününde karşılaşır ve onu uşağı Leporello’nun (Adrian Sampetrean) yardımıyla türlü alavere dalaverelerle kaçırır. Kadınları hiçe sayan tipik bir toksik erkektir Don Giovanni. Bencildir, narsisttir, empati duygusundan bütünüyle yoksundur.
Ya kadınlar?
Ya kadınlar? Donna Anna’nın (Kathrin Zukowski) dışında herkes körkütük aşıktır ona. Öte yandan Donna Anna figürü de çok belirgin değildir. Don Giovanni gizlice odasına girdiğinde sesini çıkartmaz, sonradan da onu nişanlısıyla karıştırdığını söyler. Öfkeyle ondan hesap soran Donna Elvira (Valentina Mastrangelo) ciddi bir biçimde vurulmuştur bu kadın avcısına, hırsla peşinden koşar. Donna Elvira göz alıcı kırmızı giysileri, adaleti arayan sağlam duruşu ile güçlü kadın imajı uyandırsa bile, çaresiz aşkının etkisi altındadır. Evlenmek üzere olan köylü kız Zerlina( Giuli Montanari) ise Don Giovanni’yi gördüğü anda öylesine büyülenir ki kendi nişanlısını unutuverir. Nedir kadınları bu kadar etkileyen, Don Giovanni’nin soylu ve varlıklı biri olması mı, çekiciliği mi, yoksa erkeği tanrılaştıran döngünün dışına çıkamamaları mı? Neden böylesine zavallı ve acizdirler?

Don Giovanni (Kathrin Zukowski, Seth Carico, Adrian Sâmpetrean). Fotoğraf: Sandra Then
Don Giovanni miti
İtalyan kadın yönetmen Cecilia Ligorio bu yorumla yüzyıllar boyu süren Don Giovanni mitinin altını çizmek istediğini söyler. Amacı operayı güncelleştirerek bugüne taşımak değil Don Giovanni’nin bütün tabuları yerle bir eden sınırsız gücünü ve enerjisini anlatmaktır. Bu öyle bir güçtür ki hiçbir ahlak sınırı tanımaz. Bundan onun çevresindeki bütün insanlar özellikle de kadınlar paylarını alırlar. Nitekim operanın başlarında ve sonuna doğru yarı çıplak kadın ve erkeklerin dans ettikleri bir partide buluruz kendimizi. Çılgınca bir atmosfer içinde herkes herkesle sevişmektedir, Don Giovanni’yi de bir erkekle sevişirken görürüz.
Ben kimim?
Gregorio Zurias’ın hazırladığı dönen sahne tasarımı ise insanların yollarını yitirdikleri dev bir labirenti andırır. İnsanlar nerede olduklarını, nereye gittiklerini, kim olduklarını bilmedikleri bir sarhoşluğun etkisinde olsalar da kısır bir döngünün içindedirler. İrade ve aklın durduğu yerde neredeyse birer otomat gibidirler. Ne istediğini tek bilen ve avlamak istediği hedefine doğru adım adım ilerleyen sadece Don Giovanni’dir. Hazdan başka bir şey yoktur onun dünyasında. İçgüdüleri onu öylesine ele geçirmiştir ki operadaki diğer kişiler gibi hiçbir vicdan azabı, hiçbir iç çatışma yaşamaz.
Sahne yorumu
Dört dörtlük bir ekip çalışması, işlevsel bir sahne tasarımı, başarılı bir oyunculuk, muazzam sesler ve neredeyse üç saat inanılmaz bir müziğin etkisinde büyüleyici bir dünya…
Yine de tuhaf bir duyguya kapıldım bu operayı izlerken, belki de bir tür hayal kırıklığı… Kadın erkek ilişkilerinin sürekli tartışıldığı, bu alandaki adaletsizliklerin gözler önüne serildiği Me Too çağında Don Giovanni’nin bize söyleyecek hiçbir şeyinin olmamasının yarattığı tedirginlik mi? Tiyatro gibi operaya da bugünün açısından bakmaya, yeni yeni yorumlar görmeye öyle alışmışız ki kadınların böyle bir erkeğin çevresinde pervane olmaları, başka bir deyişle ataerkil ideolojinin hiç sorunsallaştırılmaması ister istemez yadırgatıcı geldi. Don Giovanni’nin bu kadar tanrılaştırılması kadın erkek eşitliğini hiçe sayan muhafazakâr bir dünya görüşünü yansıtmıyor mu?
Bu sahneleme üzerinde düşünürken kadınların içselleştirdikleri ataerkillikten el birliği içinde kurtuldukları farklı bir sahne yorumu canlanıyor gözümde. Kadın dayanışması librettoda zaten var, bu dayanışmanın altının çizilmesi konuya daha da anlam ve derinlik kazandırılabilirdi. Librettoda ve oyunculukta yapılacak ufak değişikliklerle erkekten bağımsız, güçlü kadın figürleri pekâlâ yaratılabilirdi. Bu operanın böyle bir gizil gücünün olabileceğini düşünüyorum. Ama şimdiye değin izlediğim Don Giovanni yorumlarında böyle bir yaklaşımla hiç karşılaşmadım.