Taksim Meydanı’ndan Gümüşsuyu’na doğru inerken hep bir rüzgâr eser. Bu rüzgâr mevsimine göre kimi kez ipek gibi yumuşacıktır, kimi kez sert ve dondurucu. Yaz aylarında insana hoş gelir, kış aylarındaysa öyle bir çarpar ki insan neye uğradığını şaşırır. Özellikle yağmurlu havalarda esmeye dursun, çer çöp havada uçuşur, etekler havalanır, şemsiyeler tersine döner, saçlar darmadağın olur. Ayaspaşa’nın rüzgârı bir anda serseme çevirir insanı. Galata ve Cihangir sırtlarından sonra doğuda Dolmabahçe, güneydoğuda Kabataş’a doğru inen dik yamaçlar üstündeki bu yörenin adının Ayaspaşa olmasının nedeninin hep bu rüzgâr olduğunu sanırdım. Oysa “ayaz” adı sadece bir rastlantı, bir tür sözcük benzerliğiymiş
Semt, adını 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından olan Ayas Paşa’dan almış. Dik yokuşlu, çoğu merdivenli dar sokakları olan bu semtin büyük bir kısmı o dönemde kocaman boş tarlaları, bağları, bahçeleri, konaklarıyla Ayas Paşa’ya aitmiş.