Bir Kadının Suya Değiyor Ayakları: “Lena, Leyla ve Ötekiler”

Bu yazı Aycan Gürlüyer tarafından yazılmış ve 30 Haziran 2016 tarihinde İstanbul’da Sanat websitesinde yayımlanmıştır.

Lena, Leyla ve Ötekiler, tiyatro dünyasına sayısız eser katmış duayenimiz Zehra İpşiroğlu’nun yazdığı, Ayla Algan’ın yönettiği ve Cihan Bıkmaz Eresen’in oynadığı özgürlük ve kimlik arayışı içindeki bir kadının çıkmazlarını anlatan tek kişilik ve tek perdelik bir oyun. “Anlattıkça kurtulacaksın bu öyküden” diye başlayan oyunda, Lena’nın Ukrayna’da eğitim gördüğü yıllarda Türk inşaat işçisi Mustafa’ya âşık olup onunla birlikte İstanbul’a göç etmesiyle birlikte yaşadığı kimlik bunalımı ve toplumsal/ailevi çatışmaları etkileyici bir anlatımla sahneleniyor. Lena artık Leyla olmuştur, Kiev’deki modern hayattan sonra Göneşören’deki varoş bir mahallede birden çok kişilik ve beden içine hapsolmak zorunda kaldığı için, şizofrenik bir sendrom geçirerek yıkılır çünkü artık “aslı” değil, “aslı gibi”dir. Lena’nın kopyası, Leyla’nın taşıyıcısı, ikisinin birleşimindeki Leyna’ya dönüşmüş bir başka kadındır.

Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahnelenen oyunun gerçek hayattan alınmış bu vurucu hikâyesinin arka planında, toplumsal cinsiyet üzerine yapılan bir araştırma projesi var. Zehra İpşiroğlu’nun kurucusu olduğu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde bölüm araştırmacıları/öğrencileri ile birlikte gerçekleştirdiği bu projede, toplumun farklı kesiminden kadınlarla şiddet üzerine röportajlar yapılmış ve şiddetin boyutları değerlendirilerek kadınların hem fiziki hem de ruhsal dünyalarında nasıl depremler yarattığını gösteren bu öyküleri toplamak amaçlanmış.

İstanbul’da yaşayan Kiev’li Lena ya da sonradan alacağı ismiyle Leyla da bu kadınlardan birisi ve onun hikâyesi artık bir oyun olarak sahneleniyor; sahneden, mutlu bir geçmişin ardından umuda dair haykırışlar, isyanlar, mağlubiyetler, kabullenişler ve dibe vuruşlar trajikomik bir şekilde yükseliyor. Lena da bizim gibi bir seyirci olarak gelip bu oyunu seyretmiş. Sahnede kendisini, yaşadıklarını, parçalanmışlıklarını, toplum baskısını yeniden izlerken kim bilir neler düşündü. Bir oyun, tüm acılı dişil ruhları ve bedenleri az da olsa iyileştirebilir mi? Doksan dakika boyunca o hayattan uzaklaştırıp başka diyarlara yelken açtırabilir mi? Memleketiyle hasret gidermesi için elinden tutabilir mi? Oyunu izlerken ve eleştirisini yazarken, bunun şiddetten nasibini almak zorunda kalmış bütün kadınların eza dolu yaşamlarına bir nefes olmasını, onları yüreklendirmesini diledim ve bembeyaz bir dünya ümit ettim hepsi için.

Zehra İpşiroğlu’ndan Güçlü Bir Metin

Lena, Leyla ve Diğerleri  (Zehra İpşiroğlu, Toplu Oyunları, Mitos Boyut Tiyatro Yayınları, 1. Basım 2014, İstanbul) Türk Tiyatrosu’na oldukça farklı bir bakış açısı getiren ve somut malzemelerle ustaca kaleme alınmış bir eser. İpşiroğlu’nun tiyatro yazınına, toplumsal meselelere ve cinsiyetçiliğe olan hâkimiyeti ile Lena/Leyla’nın hikâyesi birleşince, ortaya çok güçlü bir oyun çıkmış. Bir oyunculuk oyunu olduğunu söyleyebileceğimiz eserdeki 45 yaşındaki Lena/Leyla/Leyna’nın öyküsünün detaylarına geçmeden önce, oyunun yapısından bahsetmek istiyorum.

Eser, Ön oyun, 1. Sahne ve 2. Sahne olarak üç bölüme ayrılmış. Ön oyunda, sahne aydınlandığında Leyla, çok az eşyanın olduğu bir akıl hastanesi odasındadır:

“Sıfırdan başlamalıymışım. Başkasının yaşamını değil kendi yaşamımı yaşamalıymışım. Lena’yı da, Leyla’yı da, Leyna’yı da unutmalıymışım… Geleceğe bakmalıymışım, geleceğe… ‘O zaman çıkabilirsin buradan,’ öyle dedi doktor. Geçmişe sırt dönmek kolay mı, hiçbir şey yaşanmamış gibi çekip gitmek? Geçmişin bağlarını bir bir kesip özgürleşmek kolay mı? Sıfırdan başlamak… Önce kendime yeni bir ad bulmalıyım. O zaman başarabilirim belki…(Umutla) O zaman çıkabilirim buradan…

‘Leyla adı kafandan çıkmıyorsa,’ diyor doktor, ‘Lena ile Leyna’yı da unutturamıyorsan, tekrar tekrar anlat kendine öykünü. Kendi yaşamını değil de bir başkasının yaşamını anlatıyormuş gibi anlat. Anlattıkça kurtulacaksın bu öyküden. Varsayalım ki bir tiyatro sahnesindesin, seni izleyen, senin öykünü dinlemek isteyen yüzlerce insan var karşında. Onlara anlat. Öyle anlat ki onlara da yüreklerinde duyabilsinler senin yaşadıklarını” (s.18-19).

Umuda ve aydınlanmaya çağıran bu güzel sözlerle başlayan ön oyundan sonraki 1. Sahne’de sırasıyla Leyla/Lena ikilemini yaratan iç çatışma, Özgürlüğünün kısıtlanışı ve dönüşümü, Leyla olarak kazandığı yeni kimlik, Yaşadığı ortamdaki mahalle baskısı ve şiddet olarak başlıklandırılmış. 2. Sahne ise Özgürlük arayışı, İşyerindeki yeni yaşamı, Değişimi ve umutları, Hayalkırıklığıyla birlikte dibe vurması olarak ele alınmış. Eserde klasik oyunlardaki zaman/mekân kavramları yerle bir edildiğinden, oyunun yepyeni bir biçim içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Kronolojik olmayan bu yapı, karakterin gelgitlerini o kadar yalın ve gerçekçi anlatıyor ki, sahnedeki bir başınalık ile hayatta bir başına kalmışlıktaki paralellikte olduğu gibi, oyundaki bu uyum okurken/izlerken bizi alıp götürüyor. İpşiroğlu’nun “Lena-Leyla’nın neredeyse bir balığı andıran kaygan yapısı onu yakalamamızı engelliyor. Olaylara kâh içerden kâh dışarıdan bakması, kâh klasik bir kadın rolüne bürünerek kendini suçlaması ya da savunması, kâh eril açıdan bir kadının ağzına hiç yakışmayacak bir kabasabalığı benimsemesi, kâh kendisinden beklenildiği biçimde susması ve kapanması, kâh başkaldırması buna örnek verilebilir” ifadesinden de anlaşılacağı gibi artık çift kişilikli hatta Leyna’yı da sayarsak üç kişilikli bir karaktere dönüşmüş bir kadının uyumsuzluklarının sıralama olmaksızın anlatılması, klasik yapıyı kırıyor.

Lena, Leyla ve Ötekiler, yalnızca bir kadın oyunu, toplumsal cinsiyete gönderme yapan bir eser, ya da sadece göç etmiş bir kadının hikâyesi değil. Karakter, eğer siz onun söylediklerini okurken ya da onu sahnede izlerken sizde özdeşleşme duygusu yaratıyor ise, evrensel boyuta ulaşmıştır demektir. Fiziki göçmeyi, ruhsal çökmeyi, bilmediği bir ülkeyi çözmeyi, Müslümanlık-Hıristiyanlık değerlerinde kaybolmayı, umuttan savaşa dönüşmüş dünyada tutunmayı, eril dünyanın hükmüne boyun eğişini ve daha nicelerini anlatıyor. Elbette şiddetten en çok payını alan kadın merkezinde bir oyun ama bütün boyutuyla değerlendirildiğinde, kadın oyunlarının çok daha ötesine varmayı başarabiliyor.

Sahneleme 

Bedeni İstanbul’a göç eden Lena’nın kendi kimliğinin Kiev’de kalmasının sahnelenmesi zorlu bir süreci beraberinde getirmiştir mutlaka. Yönetmen Ayla Algan, oyunu tek başına başarıyla göğüsleyen Cihan Bıkmaz Eresen ile uzun süren masa başı ve sahne, nefes, dans çalışmalarından sonra seyirci karşısında hazır hale getirmiş. İç karartıcı gri duvarların hâkim olduğu bir hastane odasında çıkış yolları arayan karakterin duvardaki basamaklara tırmanması, pencereye çıkmaya çalışması, geçmişiyle yüzleşmek istememesi, Leyla olmayı hem kabullenmesi hem de şiddetle reddetmesi, elindeki şalıyla kimi zaman tüm bu gerçeklerle dalga geçmesi sahnede etkili bir şekilde can bulmuş.

Algan’ın rejisini tebrik ederken, oyunun gidişatını kısmen olumsuz yönde etkilediğini düşündüğüm bir barkovizyon kullanımından da söz etmek istiyorum. Bu kopukluğu yaratan videoda sarışın, bakımlı ve Leyla’yı psikolojik olarak derinden etkileyen, onu içten içe tetikleyen bir kendinden emin bir Lena var. Lena, duvardaki yansımada konuşmaya başladığında gerek cihazın çıkardığı ses, gerekse oyuna dışarıdan bir karakterin müdahalesi, sahnedeki oyuncunun ve oyunun kendisinin takibini oldukça zorlaştırmış. Belki de Lena’nın Leyla’yı ele geçirişi, yine sahnedeki canlı oyuncuyla verilebilmiş olsaydı, oyunun durağanlığı da engellenmiş olabilirdi. Doksan dakika boyunca tek bir oyuncunun sahnede kalması ve seyircinin dikkatini ayakta tutması, elbette ki zordur fakat bunun çözümü barkovizyonun bölücülüğü de göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilebilirse, oyun çok daha etkili olacak ve verilmek istenilen anlam çok daha can bulacaktır. Olumlu tek yönü ise Çernobil Nükleer Santrali’nin patlaması sonucunda anormal şekilde doğmuş çocukların bizlere hatırlatması oldu.

Deneyimli oyuncu Eresen’i, replikleri fazla olan oyundaki yer yer takılmalarının haricinde gayet başarılı, yüksek enerjili ve sahnenin her köşesini kullanan bir oyunculuk sergilediği için tebrik ediyorum. Kimi sahnelerde doğaçlamaya da yer vermesi, karakterin sorgulamaya yer bırakmayacak samimiyetini göstermiş ve oyunun daha da doğallaşmasını sağlamış. Kendi benliği ile sosyal benliği arasında kalıp ne Lena’ya dönebilen, ne de Leyla’nın elinden tutabilen, artık Leyna olmuş karakterin nevrotik tipolojisine ayna tutmuş.

Ceren Ercan’ın dramaturjik dokunuşları uzun metnin etkili bir şekilde sahnelenebilmesini sağlamış. Suzan Erbilgin’in karakterin iç dünyasını yansıtan yer yer beyaz, yer yer simsiyah dekoru, Sadık Kızılağaç’ın varoşta yaşayan bir kadın sadeliğini anlatan kostümleri, Yakup Çartık’ın geçişleri sağlayan ışık tasarımı, Sezgin Gezgin’in özellikle de giriş sahnesindeki etkili müzikleri, Ethem Onur Bilgiç’in Lena ve Leyla’yı ikiye böldüğü ve çok beğendiğim afiş tasarımı, oyundaki çatışmanın ve ruhsal çöküşün abartısızca verilmesini sağlamış. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık diyor, Lena, Leyla ve Ötekiler’i yaşattıkları ve bütün kadınlara ölümsüz duygular aşıladıkları için teşekkür ediyoruz.

Ötekileştirme çabası içindeki kapitalist bir dünyada herkesin Lena/Leyla’da bulacağı çok şey var. Hayatını çocuklarına eşine ve artık öteki benliğine adamış bir kadının sondan başlayan hikâyesini en başa döndürmek isterseniz, yeni sezonda da oynayacak bu oyunu mutlaka izlemelisiniz. Bütün kadınlar için, kendiniz için ve dünya sorgulamaları için buna hazırsanız O’nun hikâyesini dinleyin. Dinleyin ki acıları hafiflesin, anlattıkça kurtulsun karanlık dünyasından, ruhu huzur bulsun…

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *