Dayakçı Mağdurlar Birliği

Bu yazı Fatma Onat tarafından yazılmış ve 28 Aralık 2017 tarihinde Tiyatro Dergisi‘nde yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Belgesel tiyatronun imkanlarını “kadın” olanın maruz kaldığını ortaya koymak noktasında iyi değerlendiren isimlerden biridir Zehra İpşiroğlu. “Mağduriyet”in karakteri küçültmeye, silmeye, istediğine dönüştürmeye yeltenmesine izin vermeyen, kurmacayı da dahil ettiği dünyada hakikati umutsuzlukla harmanlamayan bir yapı kurar. Aktardıkları, kurduğu bu dramatik alanın içinden ses verir. O vakit bir tükenişi değil, bildiği yerden yaşam kurmaya çalışanların da olduğu bir dünyanın kapısını aralar. Orda başetme, dayanışma ve yaşama sevinci de vardır. İpşiroğlu’nun “Memleketimden Kadın Manzaraları”, adından da anlaşılacağı üzre birden fazla kadının hikayesini tek bir oyun kurgusu içine yerleştirmiş, yer yer mizahi öğeler de taşıyan yeni oyunu.

Koca, anne, görümce, kaynana, baba ve daha kim varsa etrafta, bir o kadar da “haksız” Leyla’lar, Kader’ler var orta yerde. Yediği dayaktan, işittiği hakaretten, bindirilen iftiradan, mutfaktan, kapı önünden, pencere pervazından, yediğinden, yedirdiğinden sorumlu tutulan; ıstırabı, hakettiği şey sayılan kadınlar. Ne yapsa “kabahatli” sayılanlar. “Yok sayma”yı, “öyle olmadı”ya getirmeyi bilmeyen, yaraya yara diyen kadınlar da var. Herkesin ardından konuştuğu bir anlatının içinde tanımaya, “kim olduğu”nu öğrenmeye çalıştığımız kadınlar. Etraf, hikayeye konu olan kadınları haksız görenlerle sarmalansa da, Esin Hoca gibilerin varlığı etkili bir soluk alma alanı oyun içinde. Başkasının olumsuz koşullarından kendine de sorumluluk biçen, koşulları sorgulayıp, gerçek mağduriyetlerin giderilmesi için çabalayan, varlığı kadına ve bütün mağdurlara güç katan insanlar da var.

Cani zamanların kavramlara da etmediğini bırakmadığı malumumuz. Elbirliğiyle bazı kelimelerin yönünün değiştirilmeye, içinin boşaltılıp bambaşka anlamlarla doldurulmaya çalışıldığı aşikar. “Mağduriyet” gibi. Oyun içinde mazlumlar tarafından mağdur edildiklerini söyleyenlerle karşılaşıyorsunuz. Bu durumu, Nurdan Gürbilek’in sözünü ettiği “dışlanmışlık ve hiç görülmemenin yarattığı mağduriyet”le ilişkilendirmeye niyetleniyorsunuz ilkin. Ancak koşullar, imkanlar ve tiplemeler noktasında durumun başka bir boyutuyla ele alındığını düşünüyorsunuz. Sürekli acı veren, mağdur edenin kendi eylemlerini sorgulamak yerine, bu eylemleri gerçekleştirmek “durumunda kalma” söylemiyle kendi mağduriyet hikayesini kurguladığını da görüyorsunuz. Aynı kelimelerle bambaşka diller konuştuğumuzun gösterisine dönüşüyor anlatı. Karanlığının içine çekemediğini cehaletle suçlayanların, dayağı atanın mağdur, yiyenin zalim olduğu durumların tanığı olmaya devam ettiğimiz zamanlardan konuşuyor oyun. Kocasından dayak yiyen kadın, kocasını, kendisini dövmek zorunda bırakacak kadar kışkırttığı için suçlanabiliyor sosyal çevresi içinde. Ya da öğrencisinin muhbirliğiyle hakkında soruşturma başlatılan, görevden alınıp işsiz bırakılan akademisyen, çalıştığı üniversiteyi mağdur etmekle suçlanabiliyor.

Bu oyunu okunduğum günlerde metrekareye düşen sapkınlık miktarı yine yüksekti. Örneğin ailelerin en kıymetlilerini emanet ettiği okulların birindeki bir öğretmen, kız çocuklarından tahrik olduğunu söyleme cüreti gösteriyor, bi de üstüne bu söylemlerinin kendisine sevap getireceği inancını da ekliyordu. Tiksinmekten öte hukuki bir müdahale gerektirecek bu ciddi itirafın sahibinin, oyun içindeki bazı tiplemelerle arkadaş olduğunu hissetmeniz de olası. Dolayısıyla oyunu okuduğunuz zaman yer yer absürte evrilen sahnelerde dahi gerçekçilik yakalıyor olmak, içinde bulunulan zamanın sesiyle de fazlaca yakın.

Oyun, sahnelemede koreografi ve sese önemli bir alan açıyor. Oyunun simgesel anlatımı içinde “iplerle dans” öne çıkıyor. Özgürlükleri elinden alınmış kadınlara imleyen bu anlatım, olası sahneleme için de imkanlar sunuyor yönetmene. Gündüz kuşağı programlarından biri aracılığıyla oyunun içindeki hakikatten, yanılsama yaratan bir alana geçsek de oranın da “hakikat” olarak tabir ettiğimiz yerden çok da farklı olmadığını görüyoruz. Stüdyo konukları, seyirciler oyunun çatışmasının altını bu sahnelerde çizebiliyor. Özellikle de alkış ve yuhalama sesleri önemli unsurlardan, çünkü umutla umutsuzluk arasında gidip gelmenize sebep olabilecek bir etkiye sahip. Stüdyo konuklarının neyi alkışladığı ya da neyi yuhladığına göre endişeniz ya da rahatlamanız yer değiştirebiliyor. Oyundaki tiplemeler içinde, program sunucusunun neden bu kadar edilgen çizildiği ise oyun boyunca kafanıza takılan bir soru. Başlarda çatışmanın göbeğinde, denge unsuru gibi duran bir moderatör portresi çizilmeye çalışıldığını düşünseniz de, oyunun “gerçekçilik”i noktasında bu konumun bu tarz programların formatına uygun bir objektiflik olmadığına kanaat getiriyorsunuz. Ki televizyon stüdyosu sahnesinde bir konuğun “orospular gibi yüzünü gözünü boyama” ifadesi karşısında bile reaksiyon göstermeyen bir sunucu modeli var. Kendisine temas edilmediği noktada “objektif” kalmayı başarabildiğini düşünsek bile, bu cümle sonrası da hiçbir şey duymamışçasına akışı devam ettirme çabası tiplemeyi kayıp bir alana taşıyor.

Bir nevi hafıza oluşturmak oyunun amacı. Farklı zaman aralıklarında gerçekleşmiş, söylenmiş durumlara da imleyen, alıntılarla sizi tanıklık ettiğiniz o zamanlara taşıyan bir yapısı da var. Okuldan uzaklaştırılan akademisyene, kocasının şiddetinden kurtulmanın yolunu arayan kadına, bütün olumsuzlukların kendi kabahati olduğuna inanmaya çalışarak “düzen”ini bozmamaya çalışan “diğer kadın”a olduğu kadar,  “NAMBEK (Namus Bekçileri) Hizmet Projesi”ne, Aliye’ye de aşinayız. Kendini toplumun “namus”unu korumaktan sorumlu tutan ve bu yolda her yolu kendine mübah görenlerin vatandaş, iş arkadaşı, komşu, abi olduğu da ne yazık ki bildiklerimizden. İpşiroğlu, tartışma, sorgulama, bir estetik içinde hakikati gölgelemeden hatırlatma imkanını kullanarak, şu an içinde bulunduğumuz zamanlardan belgeler üretmeye devam ediyor. Tanıdık isimlere imleyerek; ailemizin, komşumuzun, hocalarımızın, izlediklerimizin, duyduklarımızın, duyamadıklarımızın da kulağını çınlatıyor. Bu belgelerin ve selamların günü gelince bir tiyatro sahnesinde, durumdan haberdar olmak istemeyenlerin de kulağına değmesini mümkün kılıyor. Oyunun Almanca’ya çevrildiğini de hatırlatalım.

Memleketimden Kadın Manzaraları
Zehra İpşiroğlu
Mitos Boyut Yayınları / Tiyatro Oyun Dizisi
Ekim 2017

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *