Televizyon Dizilerindeki Örnek Çocuklar

Bu yazı Zehra İpşiroğlu tarafından yazılmış ve 11 Nisan 2018 tarihinde Diren Sanat‘ta yayımlanmıştır. Bu yazıyı kaynağında okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Kötülük yapan çocuk hiç yok mu?

Dizilerde çocuklar genellikle çok olumlu gösteriliyor. Fesatlık yapan, yalan söyleyen, iftira atan çocuk neredeyse hiç yok. Bu açıdan “Ufak Tefek Cinayetler”de arkadaşlarına ve öğretmenlerine iftira atan kızlar şaşırtıcı bir istisnayı oluşturuyor. Ama onlar da birer ergen olarak pek çocuk sayılmazlar Aslında yalan dolanın ve şiddetin egemen olduğu otoriter bir ortamda çocukların bunlardan hiç etkilenmemesi mümkün mü? Öte yandan çocuklar da birer melek olmadıklarına göre yetişkinlerin küçük birer modeli değil mi? Sanırım dizilerde çocukların idealize edilerek gösterilmesinin nedeni yetişkinlerin çocuğu ve çocukluğu güzelleyen ve romantikleştiren bakışlarıyla ilgili.

Küçük bireyler

Öte yandan küçük çocukların yer aldığı bir çok dizide çocukların şaşırtıcı derecede özgün ve inandırıcı olduklarını görüyoruz. Bu açıdan da Yeşilçam’ın ellili altmışlı yıllarda ünlenen Ayşecik ve Ömercik’lerinden bu yana çocuklara bakışta ciddi bir ilerleme olduğunu söyleyebiliriz. Çocuklar Yeşilçam filmlerindeki klişe çocuk tiplerinden çok uzaklaşmışlardır. İdealize edilseler bile kendi dünyası olan birer küçük birey olarak kabul edilirler. Buna en güzel örneklerden birini “Kadın”dizisinde anneleriyle birlikte inanılmaz zor koşullarda yaşam savaşını veren iki küçük çocuğun yedi, sekiz yaşlarındaki Nisan’ın ve dört beş yaşlarındaki küçük kardeşi Doruk’un öyküsü verir. Çocuklar öyle bir yoksulluğun içindedirler ki karınlarını doyuracak yemek bile bulamazlar. İrlandalı yazar Mc Court’un ünlü romanı “Annemin Külleri”nde olduğu gibi sefalet ve yoksulluk çocukların bakışında yer yer insanı hüzünlendirerek yer yer de güldürerek verilir. Söz gelimi eve termosifon geleceği haberi geldiğinde camın kenarında sabırsızlıkla termosifonu bekleyen çocukların sıcak suyla yıkanacakları için sevinçlerine diyecek yoktur. Ama banyonun duvarları öyle incedir ki teknisyen duvarı çatlatmak korkusuyla termosifonu kuramaz. Sonunda Doruk’un önerisiyle termosifon salonun tam orta yerine kurulur. Ya da Nisan’in ayakkabısı delindiğinde yeni ayakkabı almış olduğu izlenimi uyandırmak için ayakkabılarını boyaması yoksulluk içinde yetişen çocukların duyarlılıklarına ve yaratıcılıklarına gönderme yapar. Ya da Kermes için anneleri onlara un kurabiyesi yaptığında kurabiyeleri güvercinlerin yediğini fark eden çocuklar annelerinden bunu gizlerler. Onlar hem çocuktur hem de yetişkin hem çocuksu hayalleri vardır hem de inanılmaz derecede olgundurlar. Bu açıdan da çocuklar bu dizide yetişkinlerin yol arkadaşları olarak gösterilir. Çocuk oldukları halde annelerini sevme ve empati yetenekleri sınırsızdır.

Başka olumlu bir örneği “İstanbullu Gelin”deki çocuk karakteri veriyor. Çocuğun yaşadıkları travmatik olaylar yaşamadığını sandığı babasını yıllar sonra bulması, babasının ailesiyle tanışması, annesinin ölümü büyük ruhsal patlamalarla çok inandırıcı bir biçimde çizildiği gibi yetişkin çocuk ilişkisinde de hiçbir abartıya yer verilmiyor.Kimi dizilerde ise yetişkin ile çocuk arasındaki roller eşit olmanın da ötesinde sanki tersine dönmüş gibidir. “Poyraz Karayel’de Poyraz’ın yeterince olgunlaşmamış, çocuksu hali, oğlunun cingözlüğü ve çok bilmişliği buna örnek getirilebilir.

Annecim buraya gel!

Ne var ki bütün dizilerde çocuklar bu kadar başarılı çizilmiyor. Bir çok dizide anne baba ve çocuk ilişkisi çocuğu eşit gören, bu açıdan da onun dünyasına saygı gösteren bir anlayıştan yine de uzaktır. Daha çok sevgi dolu korumacı bir yaklaşım söz konusudur. Bunu yıllarca önce annecim babacımla başlayan sonra ablacım, abicim, amcacım teyzecim ninecim dedecimle giderek yaygınlaşan hitap biçiminde somut bir biçimde görüyoruz. Bütün aile kendi ilişkisi bağlamında çocuğa seslenir, nedense kimse ona adını söylemez. Adı bile söylenmeyen çocuk kim olduğunu nasıl anlayacak? Anne konuşurken ‘annecimle’ anneye, hala konuşurken ‘halacımla’ halaya yönelecek, hep başkalarıyla ilişkisinin bilincinde olacak, öte yandan kendi varlığının bilincine hiç varmayacak mı?

Baksana bizim sıpaya!

Yine çocuğa çok sevecen bir biçimde ufaklık denmesi, sıpa (Sıla) diye hitap edilmesi bize ilk anda sevimli gelse bile iyi bir şey olduğu iddia edilemez. Çünkü ailenin içinde çocuk da kendini önemli biri gibi duymak ister. Bu tür espriler ona ciddiye alınmadığını hissettirir, belki de bu nedenle kendini bebek gibi duymasına yol açar, dahası bu nedenle gerçekten bebekleşir ya da tam tersine uyumsuzlaşarak direnir. Dizilerde sıcak ve sevgi dolu aile bağları çok vurgulansa da, çocukları ötekileştirici söylemlere sık sık yer verilir. Mardin’de geçen “Sıla” dizisinde ya da “Çemberimde Gül Oya” dizisinden geleneksel yapılı ailelerde çocuğa otoriter davranılır ya da onunla şakalaşıp gülünür. Böylelikle çocuklarla ilişkide hem seven hem vuran otoriter duruşu doğal karşılayarak izleriz.

Bebekleşme

Kimi dizide korumacı yaklaşım o kadar ileri gider ki kötü bir olay olduğundan çocuktan gizlenerek çocuk neredeyse aptalmış gibi davranılır. O kadar ki   gerilimin üst dozda geliştiği “Karagül” dizindeki çocuğun her şey gözünün önünde olup biterken hiçbir şey anlamasına ve büyüklerin saçma sapan yalanlarına hemen kanmasına anlam veremeyiz. Çocuk acaba gerçekten geri zekâlı mıdır? Benzer bir yaklaşımı “İçimdeki Deniz” dizisinde belki beş yaşında olan çocuk karakterinin biçimlendirilişinde izliyoruz. Çişi geldiğinde dedesi çocuğu tuvalete götürür, çocuk yemekten önce kendi başına ellerini yıkamış olduğu için övülür, sanki beş değil de iki yaşında gibidir.

Bir çok dizide çocuğun anne ve babadan bağımsız özgür bir insan olduğunun kabul edilmemesinin nedeni anne ve babanın onu kendi malları gibi görmeleridir. “Aliye”dizinde baba ve kayınvalide öylesine körleşmişlerdir ki, çocuklarını çok sevdikleri halde, onların yaşanan gelgitlerden dolayı nasıl bir nasıl bir felakete sürüklendiklerini görmezler bile, empatileri hiç yok gibidir.

Barbi bebekler ve süpermenler

Öte yandan dizilerde erkek çocuk kız çocuk ayrımı daha bebek yaşlarda bile hissedilir ve klişelerle sunulur. Kız çocuklar zaman zaman bir taş bebek (Öyle Bir Geçer ki Zaman, Ufak Tefek Cinayetler, Öyle Bir Geçer ki Zaman), erkek çocuklar ele avuca sığmaz yaramazlar (Karadayı, Poyraz Karayel, Öyle Bir Geçer ki Zaman) olarak ele alınırlar. Özellikle bayram gibi özel günlerde ya da müsamerelerde kızlar Barbi kıyafetlerle süslü püslü gezerken erkek çocuklar kravat ve ceketle küçük birer beyefendi kılığındadır. Dahası yetişkinlerin pek hoşlarına gittiği için dört beş yaşındaki kız ve erkek çocuklar birbirlerine aşık bile olurlar. Kimse küçük çocuklarla ciddi bir biçimde empati kuramasa da, onların ailede her zaman çok olumlu bir konumu vardır, sevimlilikleriyle eve sıcaklık ve neşe getirirler.

Her ne kadar çocuklu diziler diziye bir sevimlilik ve sıcaklık katıyorsa da ve dizilerde yer alan çocuklar şaşırtıcı derecede doğal ve iyi oynuyorlarsa da yine de yukarda örneklediğim birkaç olumlu istisnanın dışında çocukların sunuluşunun yeterince gerçekçi olmadığı söylenebilir. Daha somut bir deyişle çocuklar kendi inişleri çıkışları, sorunları, kısaca kendi gerçekleri içinde alımlanmıyor, yetişkinlerin onları görmek istediği gibi sunuluyor.

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *