Psikolog Gökhan Çınar’ın “Katarsis” adlı programı travmalar yaşamış bireyleri ekrana taşıyor. Program izleyicide empati ve dayanışma duyguları uyandırırken duygusal ve düşünsel bir sürecin içine çekiyor.
Gökhan Çınar bir psikolog. “Katarsis” adlı programında farklı acılar ve travmalar yaşamış insanlarla birebir konuşuyor. Trans olma, seks işçiliği, daha doğrusu köleliği, jigololuk, Diyarbakır hapishanesinde işkence, Sivas Madımak olaylarının izleri, ensest, lezbiyenlik, çocuk tacizi, tecavüz gibi yer yer dehşet uyandırıcı konular gündeme geliyor bu programda.
Travma yaşamış insanların konuşmaları zordur.Yıllarca terapi görenler bile yaşantılarını dile getirmekte çok zorlanırlar. Bu programdaki insanlar konuşuyorlar, konuşabiliyorlar. Bu tabii insanın kendini iyileştirebilmesinin ilk adımı. İnsanların ağır bir yük gibi yaşadıkları travmaların ve acılarının sansasyon konusu olmaktan çıkarılarak düşünsel bir düzleme çekilmesi medya kirliliğinin yaşandığı bir ortamda özellikle çok önemli ve değerli. Sorular da öyle yol açıcı ki bu insanları izlerken empati ve dayanışma duygusu uyanıyor insanda. Boyalı basın bu tür konuları en ilkel biçimde sergileyerek izleyicilerin merak duygusunu tetiklerken, bu programda hem duygusal hem de düşünsel bir sürecin içine çekiliyor, bu insanları tanımak ve anlamak istiyoruz. Öte yandan onların konuşabilmeleri bir çok kimseye de cesaret veriyor. Bu da bu programın yol açıcı ve aydınlatıcı yanı.
GEÇMİŞLE HESAPLAŞMANIN İLK ADIMI
Toplumumuzdaki insanların çoğunun en belirgin özelliği sorunlarla yüzleşmekten kaçmaktır. İnsanlar kendileriyle ve geçmişleriyle hesaplaşmaktansa yalan bir dünyaya sığınmayı tercih ederler. Bu nedenle de tabularımız çoktur. Geçmişle hesaplaşmanın ilk adımı belki de insanın kendisiyle hesaplaşabilmesidir. Bunu yapamadığımız için ne bugün yaşadığımız ortamla, ne yakın geçmişimizle ne de tarihimizle hesaplaşabiliyoruz. Böylece kolaylıkla dinci ya da milliyetçi ideolojilerin ağına da düşebiliyoruz. Çünkü hepimiz yaşamımıza bir anlam verme arayışındayız, bunu yapamadığımız anda da ya bir boşluğun ve karanlığın içine düşüyor ya da başkalarının elinde kolaylıkla oyuncak olabiliyoruz.
Bu açıdan Gökhan Çınar’ın programının öncü bir niteliği olduğunu düşünüyorum. Yine de bazı konuların daha da derinine inilebilir kanımca. Kendisi programına davet ettiği kişinin rahatça konuşmasını sağlamak, belki de onu incitmemek için aşırı geri planda kalıyor, sorularını çok özenli ve dikkatli seçiyor.Anlatan kişiyle empati kurmak, onu konuşması için yüreklendirmek elbette iletişimin ilk adımını oluşturuyor, bu açıdan da çok önemli, yine de bazı noktaların daha cesur sorularla daha çok açılmasını, böylece hem anlatan kişiye hem de biz izleyicilere daha çok yol açmasını dilerdim. Yoksa bir çok şey kafamızda belirginleşemiyor, havada kalıyor.
AİLE İÇİ ŞİDDET VE ETKİLERİ
Örneğin bana çok dokunan öykülerden birinde bir kadın babasının annesini öldürme olayını yaşamış, onu anlatıyor. Çocukken annesine nasıl bağlı olduğunu, onu nasıl canı gibi sevdiğini anlatıyor. O kadar ki evde annesini yalnız bırakmamak için arkadaşlarıyla buluşmaktan bile çekiniyor. Ama annenin öldürülmesi yıllarca süren bir şiddet ve işkence sürecinin en son halkasını oluşturuyor. Bu da şu soruları akla getiriyor: Anne neden baba hakkında suç duyurusunda bulunamıyor, neden ondan ayrılmıyor, ayrılamıyor? Onu bu kadar körleştiren ne? Anlatılanlardan annenin aşırı dindar olduğunu öğreniyoruz. O zaman annenin elini kolunu bağlayan din mi, yaşadıklarının onun kaderi olduğu düşüncesi mi? Yoksa annenin ayrılmasını engelleyen bir mahalle baskısı mı var? Annenin duruşunu nasıl değerlendireceğiz?… Ya kendini bildi bileli annenin yaşadığı şiddet döngüsünün altında oradan oraya savrulan ancak yıllar sonra konuşma cesaretini bulan kızı bunu acaba nasıl görüyor? Anneyi ayrılması için ikna etmeye çalıştığını, ancak annenin buna yanaşmadığını söylüyor, neden? En önemlisi de genç kadın bütün bu soruların yanıtını vermedikçe kendini iyileştirecek gücü gerçekten bulabilecek mi? Babasının sadece annesini değil kendisini de öldürdüğünü, ancak şimdi yeni bir insan olarak geçmişi geride bırakarak yeniden doğduğunu anlatıyor. Umarız haklıdır ve bundan sonraki yaşamında şiddetin ş’sini bile yaşamaz. Ancak yüzleşmenin temellerine inmedikçe buna inanmak hiç de kolay değil.
Ya da programda bir kaç transa yer verilmiş. Bunlardan biri seks köleliğini çok doğal bir meslekmiş gibi anlatıyor. Transların ötekileştirildiği toplumlarda buna zorlandıklarını biliyoruz. Ama yine de kurtulanlar ve başka yol seçenler de var. Seks sömürüsünün bu kadar doğal bir biçimde gündeme gelmesi beni açıkça yadırgattı, çünkü burada yüzyıllardır süren çok büyük bir bir haksızlık söz konusu. Yani ille her trans bu yola gider, bizim toplumda bu böyledir diye bir kural yok tabii, tersine bundan kurtulan ve kendine yeniden bir yaşam yaratanların öyküleri örnek olabilir gerçekten. Öte yandan transları bu yola itenlerin deşifre olmaları da önemli. Her meslek gibi bu da benim mesleğim bu da çok doğal gibi bir düşünce seks köleliğini yasallaştırmak anlamına gelmiyor mu? Dünyada milyonlarca sömürülen kadın ve trans varken, kadın, trans, çocuk ticareti başını almış giderken böyle bir söylemi nasıl kabul edebiliriz?
Travmatik olayların çoğunun mağduru kadınlar ya da çocuklar ya da gayler ve translar… Gönül isterdi ki bu programa öğretilmiş erkeklik üstüne kafa yoran, bu erkekliği üstünden atmak için çaba harcayan heteroseksüel erkekler de çıksın. Sözgelimi şiddeti hem yaşamış hem de kendisi de uygulamış olan ve bugün vardığı noktada bütün bunları aşmayı başarmış erkekler. İşte bence asıl cesaret bu. Ve bu başarılırsa ve tabii ki desteklenirse kadınları, eşcinselleri, transları ve çocukları ikinci sınıf insan olarak gören eril zihniyetin duvarları da çatlayabilirdi. Öğretilmiş erkekliğin sadece kadınlar değil erkekler tarafından da sorgulanması, eleştirilmesi sorunun temellerine inmek anlamına geliyor. Umarım güzel başlayan Katarsis programı yeni sorular ve düşüncelere yol açabilir. Düşünce kirliliğinin ve karmaşalığının üstdüzeyde yaşandığı, eril şiddetin ise çok doğal sayıldığı bir ortamda bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.