Zehra İpşiroğlu’na Mektup: Karşılaşmalar, Yollar, Umutla

Bu yazı Tijen Savaşkan tarafından yazılmıştır.

Sevgili Zehra,

Pandemi günleri uzarken sevdiklerimizle, dostlarımızla, arkadaşlarımızla aramızdaki mesafe de gittikçe artıyor. İnsan olmanın en olmazsa olmazı sosyal hayatımızı, üretim alanlarımızı ve her türlü etkileşimi fiziksel anlamda neredeyse tümüyle kaybettik. Birbirimizi ne zaman görebileceğimizi tahmin bile edemiyorum. Birlikte paylaşılan, üretilen ve yaşanan onca şeyin ardından bir durma, düşünme ve geriye dönük bir yaşam muhasebesi yapmayanımız var mı? Ben de uzakları yakınlaştıran en eski iletişim aracını kullanarak hem size ve birlikte yarattığımız anlam dünyasına özlemimi hem de yeniden umudu inşa edebilmek için bazı karşılaşmaların ve kesişen hayatların bu mektubu okuyanlara özellikle de kadınlara, dayanışmanın ve yaşam yolcuğumuzdaki görünmez kavşakların varlığını ve bizdeki karşılıklarını somut olarak anlatmak istiyorum.

Bundan neredeyse 27 yıl önce başlayan bir karşılaşmanın benim yaşam yolumu bu denli değiştirebileceğini tahmin bile edemezdim. Boğaziçi Üniversitesi diploması ve tiyatro alanında bir yüksek lisans derecesine sahip olmama karşın, üniversitem doktora programı açmayınca kariyer hedeflerim bir anda bitmiş, 30’lu yaşlarımın başında sadece 4 yaşında bir çocuğun annesi olarak kalakalmıştım. İçimdeki boşluk gittikçe büyümeye başlamıştı. Bir anda yok olan hayallerimle ne yapacağımı, hangi yöne gideceğimi bilmez halde savrulup dururken sizin o yıllarda kurduğunuz Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nü keşfedip dışarıdan doktora derslerine girmek için izin istedim. O bir yıl benim için derin bir nefes, hayata dönüş ve belki de her şeye yeniden başlayabileceğim bir umut oldu. Nihayet bir süredir kapalı kaldığım ev alanından kamusal alana çıkabilmiş, kendim için bir şey yapabilme yolunda bir adım atmıştım. Kadınların çoğunun hayatı gibi benimki de hedeflediğim gibi ilerleyememiş ve bir kısır döngü içinde duraklamışken aynı yıl bu güvenle Şehir Tiyatroları’nda gönüllü dramaturg olarak da bir oyunun tüm süreçlerine katkıda bulunma şansını yakaladım. Bu değişim ve cesaretle bir sonraki yıl İngiltere’de bir üniversiteye ikinci bir yüksek lisans programı için müracaat ettim ve kabul aldım. Tezimi Toplumsal Cinsiyet ve Feminist Tiyatro alanında yazacağımı tabii ki bilmiyordum. Ama tiyatro bağlamında orada ilk kez karşılaştığım bu konu doğal olarak öne çıktı, tüm benliğimi kapladı.

Yaşamda tesadüfler mi yolumuzu belirler ya da değiştirir yoksa o tesadüfler aslında bizi biz yapan seçimlerin, değer sistemlerimizin ve hayattaki anlam arayışımızın sonucu mudur bilmiyorum.

Eril dünyada kadın olarak başladığımız yaşam yolculuğundaki baskılar, engeller, duraklamalar, döngüler, camdan duvarlar ve kendi dilimizi bulamamanın huzursuzluğu okuduğum tüm feminist oyunlarda ve kuramlarda vardı ve bu alan hem kendimle hem de çok sevdiğim tiyatroyla çok farklı bağlar kurmamı sağladı. Aslında 20’li yaşlarımda Türkiye’de 80’li yıllarda başlayan kadın hareketinin başlangıcına tanık olmuş, hatta edebiyat alanındaki tezimi kadın yazarlar ve bu bakış açısı üzerine odaklamıştım. Ancak 30’lu yaşların ortasında bir kadın olarak yaşanmışlıklarımla birlikte tiyatro bu alandaki farkındalığımı iyice billurlaştırdı. Döndüğüm 1995 yılı Türkiye için çok erkendi sanırım, çünkü yazıp çizdiklerim, Dramaturji ve Tiyatro Bölümü’nde verdiğim bir iki seminer ve dergilere büyük bir heyecanla yazdığım birkaç feminist tiyatro eleştirisini birkaç kişi dışında neredeyse kimse fark etmedi. Oysa yıllar geçtikçe sizinle en önemli kesişme alanlarımızdan biri olacaktı bu alan. Benim için yaşamımla örtüşen, yeni iç görüler kazandığım, politik bakışımı derinleştirerek ufuk açan bu bakış açısı zaman içinde sizin için de çok önemli bir farkındalık ve üretim alanına dönüşüverdi.

Eril otorite, hiyerarşi ve baskıların farkına varıp bunların kırılmaları yolunda çok zorlandığım kişilik mücadelemi anlamlı kılan bu çalışmalar ve okumalar benim için hala bir kariyer alanının çok ötesinde. Tam da bu noktada siz de akademik olanın sınırlarının ötesinde, yaşayan örneklerden yola çıkarak, içselleştirilmiş ve görünmez olan erkek egemen ideolojiyi ve var olan kurumlarla ittifakını sorgulayarak, hayatın içinden bakıp geliştirdiğiniz yöntemlerle oyunlar yazıyor, öğrencilerinizle ve sanatçılarla kolektif çalışmalar yapıyor, tabuları, korkuları ve kadınları kitaplarda ve her türlü medyada tartışmaya açıyorsunuz. Aramızdaki bu görünmez kavşak belki de kadın olarak sizin de geçmişe dönük deneyimlerinizi su yüzüne çıkartarak sizin için de sislerin ardını görünür kılıyor. Ancak daha entelektüel olan aile yapınız içinde örtük olan bu işaretler farklı kesimlerden karşılaştığınız her kadının yaşamına daha derinden bakarak, empati gücünüzü arttırıyor ve artık dönülmez bir yola çıkmış gibi hiç vazgeçmeden bu konuyu gündeminizde tutmaya devam ediyorsunuz. Ben de neredeyse çoğu oyununuza eleştiri yazarak ya da söyleşiler yoluyla derin düşünce alışverişlerimizle nihayet kendimi ifade edebileceğim, birikimlerimi paylaşabileceğim bir noktada yaşamla sanatın sınırlarında bu yolculuğa eşlik etmeye çalışıyorum. Bu bağlamda fark edebildiğim ortak alanlarımız o kadar çok ki sanırım tesadüflerin sayısı artık inandırıcılığını kaybediyor.

Geriye doğru baktığımda, İngiltere dönüşü uzunca bir yalnızlıktan sonra artık eleştirilerini yazabileceğim oyunlar yazan, birlikte birçok oyuna gidip ardından derin tartışmalara girebildiğim ve bir şeyler üretebildiğim bir yol arkadaşına sahip olmamın değeri büyük. Ayrıca 2000’li yıllarla birlikte çok az da olsa alan açılmış, özellikle tohumlarını attığınız eğitim modeli içinde Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği bölümündeki ilk öğrencilerinizden Fakiye Özsoysal bu alana ilgi duyup akademik çalışmalara başlamış, Jale Karabekir Tiyatro Boyalı Kuş adlı feminist bir tiyatro kurmuş ve Zeynep Kaçar da kadın bakış açısıyla oyunlar yazmaya başlamıştı. Yavaş yavaş feminist dramaturjilerle yazılan ve sahnelenen oyunlar ve toplumsal cinsiyet bakış açısı ve farkındalığı sahnelerde de filizlenmeye başlamıştı. Zaman içinde sayısı gittikçe artan kadın oyunlarına birlikte gittiğimizde oyun sonrası mutlaka bir şeyler içerek tartışıyor, sıradan bir kadın oyunu mu yoksa toplumsal cinsiyet farkındalığına ilişkin biçimsel ya da içerik özellikleri var mı diye düşünüyor, bazen oyuncularla sohbet ediyor, bazen de oyun sonrası söyleşiler öneriyor ve bunlara katılıyorduk. Umarım yakın gelecekte bu etkinliklerimizi yine fiziksel olarak sürdürebiliriz. Ancak şu günlerde de paylaşım süreci sizin dijital teknolojinin katkısını arkasına alan diji tiyatro performanslara ilgi duymanız ve kısa sürede üretim aşamasına geçmenizle iletişimimizi farklı bir boyutta devam ettiriyor. Daha önce belki de hiç düşünmediğiniz kendi oyunlarınızın yönetmenlik ve yapım sürecini dijital ortamda başlatmanız aslında hiçbir şeyin yolumuza ve hedeflerimize engel olamadığının, hatta yeni yolları ve yaratıcı süreçleri tetiklediğinin kanıtı gibi.

Ben geçmişten bugüne sizin alandaki çalışmalarınızın çoğuna daha proje döneminde, belki tomurcuklanma aşamasında hem dahil hem de şahit oluyorum, çünkü bunları paylaşmaktan hiç çekinmiyor, tam tersi farklı fikirler ve bakış açılarını her zaman değerli buluyor ve isminizin önündeki profesör unvanını neredeyse yok sayıyorsunuz. Böylelikle hiyerarşi barındırmayan bakışınız kadın dayanışmasının ve feminist ideolojinin de olmazsa olmazı olarak ilişkilerinize sızıyor. Birlikte üretim, paylaşım ve eşit iletişim bir süre sonra dildeki hitap kalıplarını da kırarak benim için ‘’hoca’’, ‘’hanım’’ vb. sözcüklerin yerini çoktan farklı yolculuklar, paylaşımlar, keyifli yeme içme ve kutlamalar yaptığım arkadaş, dost ve kız kardeşe bıraktı. Kuşak farkının bu denli silindiği, ortak dillerle kurulan iletişimi anneniz Nazan İpşiroğlu’yla da anlamlı bir biçimde sürdürmem ve bunu kendi hayatımda her kuşaktan öğrencimle devam ettirmem hem kişiliğimin bir parçası olarak hem de sizlerle deneyimlediğim bir değer olarak genç kuşaklara aktarılmaya devam ediyor. Tabii ki burada benim otorite ve eril dizgenin her türlü hiyerarşik yapısına çarparak ilerlediğim duvarları en azından kendi sınırlı sosyal alanlarımda yok etme çabası da söz konusu. Küçük küçük kurtarılmış yaşam alanları belki ileride birikip daha geniş karşı kamusal alanlara dönüşerek özellikle gençler için yeni iletişim modelleri ve muhalefet odakları oluşturabilir mi bilmiyorum.

Bir yılı aşan bir süredir sezon boyunca en az 80, 90 oyun gören biri olarak tiyatroya gidememek geçmişe dönük anılarımı’’ iyi ki ‘’ dedirken bir avuntuya dönüştürürken fırsat bulabildiğim zamanlarda diji tiyatro ya da daha önce grupların kaydettiği eski oyunları da izlemeye çalışıyorum. Oysa pandemi öncesi tiyatroya birlikte gitme geleneği özellikle sizin Almanya’dan geldiğiniz dönemlerde programlanır, özellikle de İKSV Tiyatro Festivali sırasında daha yoğun bir buluşma, oyun sonrası tartışma ve tiyatrocu arkadaşlarla birlikte oyun öncesi ya da sonrası yaşamla tiyatroyu ayırmadığımız, performanslar üzerine konuştuğumuz keyifli yaşam sanat ritüellerine dönüşürdü. Bu düşünce alışverişleri sonrası performans boyunca yanımda aldığınız sayfalarca nottan da yararlanarak bazılarını mutlaka değerlendirmek ister ve hemen yazmaya girişir birkaç gün sonra bu verimli tartışmalar ve notlar eleştiri ya da inceleme yazılarına dönüşür ve dergilerde, gazetelerde yayınlanırdı. Ben de bazılarının daha kapsamlı uzun versiyonlarını yazmanızı rica eder ve editörü olduğum TEB Oyun Dergisi’nde değerlendirirdim. Bazen de o anda karar verir ve bu tartışmalardan sonra bunları bir söyleşi formatına dönüştürürdük. Şimdilerde ise uzaktan da olsa bu kez dizilerde toplumsal cinsiyet ya da son yazdığınız Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama adlı kitabınız üzerine bir söyleşi gerçekleştirerek bu geleneği devam ettirip umutsuzluk ve karamsarlık ortamını kendi dünyalarımızda üretime dönüştürmeye çalışıyoruz.

Ben yine geçmişime baktığımda, 40’lı yaşlarımda artık kendimi yeniden bulmuş, ilgi alanlarımı ve üretim koşullarımı kısmen oluşturmuş ve tiyatro çevresinde kazandığım dostluklar ve üretken insanlarla başka bir yola girdiğimi görebiliyorum. Bu güven ve yeni yaşam alternatifleriyle evlilik ilişkimi gözden geçirdiğimde eşimle ortak ilgi alanlarının ve değer sistemlerimizin farklılığı daha da belirginleşmişti. İyi bir sosyal çevre ve birlikte yürüdüğünüz insanlar ve en önemlisi üretebileceğiniz bir alan varsa bir ilişkiyi sonlandırmak ve sonrasındaki sorunlarla mücadele edebilmek çok daha kolaylaşıyor. Yeni hayatım çok daha üretken, yeni yollara ve yolculuklara doğru farklı disiplinlerle kurduğum ilişkilerle genişleyip duruyor. Örneğin, performans ve çağdaş sanat alanları tiyatronun yanı sıra bana yeni ufuklar açtı, hatta öyle ki boşanma sürecimi Lizbon’da bir performansa dönüştürerek tümüyle geçmişin yükünden kurtulduğumu itiraf edebilirim. Ama bu süreçte de her zaman sizden ve kadın meslektaşlarımdan aldığım destek ve moral vardı. Bu bağlamda geriye baktığımda kadınlardan kadınlara çok samimi bağlar kurulabileceğini ve dayanışma ağlarının sürdürülebilmesinin çok önemli olduğunu hissediyorum.

Arkadaşlık, dostluk ev ziyaretlerini de kapsar, bizler de zaman zaman sizin ya da anneniz Nazan İpşiroğlu’nun evinde buluşur, yaşamla, sanatla bütünleşmiş, farklı kuşaktan kadın deneyimlerinin paylaşıldığı sohbetlere girişirdik. Ancak her buluşmadan genellikle kafamızda bir projeyle ayrılırdık. Şimdilerde sizinle whatsapp üzerinden proje önerileri ve yeni üretim alanları üzerine uzun uzun kaydedilmiş sesli konuşmalar yapıyoruz. Sanki sosyal uzaklıklar ve pandeminin yarattığı travmaları hiç yokmuş gibi farz eden ve kaldığı yerden devam etmeye çalışan başka bir bilinç bizi moral anlamda yıkıcı etkilerden koruyor.

Beni her zaman gülümseten ve korona günlerine kadar devam eden güzel bir geleneğimiz var. Bu gelenek sizin başlattığınız bir buluşma nedeni. Aramızdan birinin, ki genelde bir kadın grubu gibiyiz, son üretimlerini: yazdığı kitapları, tezleri ya da sahne çalışmalarını bahane ederek mutlaka eğlenceli akşam yemeği kutlamaları yapıyoruz. Bu yolla hem üreteni motive ediyor hem de kadın olarak yaşadıklarımızla, sanatsal yolculuklarımızla, yeni keşiflerimizle ilgili sohbetler yapıp birbirimizi güncelliyoruz. Almanya’dan her gelişinizde bizleri mutlu eden ve yeni çalışmalar için moral ve güç kazandıran bu motivasyon kutlamalarında sürprizleri çok sevdiğiniz için çekilişler ya da yaratıcı oyunlar da bu buluşmaları zenginleştirip çocuksu bir neşe katıyor. Bu koşullarda bunu devam ettirmenin zorluğu ortadayken bizler geçen aylarda bu kez dijital ortamda bir buluşma planlayıp, bir kutlama gerçekleştirdiğimiz gibi yaratıcı ve eğlenceli oyunlarla yine çocuksu bir sevinç yakalayabildik.

Zaman içinde birlikte olmaktan ve üretmekten keyif aldığınız çekirdek gruplardan bazılarına beni de dahil etmenizin yanı sıra, Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nde karşılaştığım öğrencilerinizden bir kaçıyla da içten dostluklar geliştirdim ve ortak üretim süreçlerine dahil olmaya başladım. Forum tiyatro ve sizin başlattığınız eğitimde tiyatro çalışmaları sevgili Nihal Kuyumcu ile uzun yılları kapsayan bir yol arkadaşlığına ve projelere dönüştü. Bu alanda her zaman bizi desteklediniz, arkamızda oldunuz hala da oluyorsunuz.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle başlayan bir sivil toplum mücadelemizden bahsetmesem olmaz. Çünkü artık pandemi günlerinde en yoğun çalıştığım, dijital ortamda gençlerle atölyeler yaptığım önemli bir sosyal sorumluluk ve üretim alanı var hayatımda. Sizin ve sanat tarihçisi ve müzisyen olan anneniz Nazan İpşiroğlu’nun önerisiyle 1999 yılında ÇYDD ile tanışarak kendimi yaratıcılığımı geliştirebileceğim başka bir dünyanın içinde buldum. Sanat dokunduğu yeri yeşerten bir mucize gibi.

Nazan hanımın sanat alanındaki üretkenliği ve sanatlar arası bağlar kurma yolundaki çabalarını örnek alarak, dernekte çocuklarla yaptığım yaratıcı drama, eğitimde tiyatro ve sanat çalışmalarıyla bir kez daha yeni bir yola girdim ve sonrasında bu süreç 13 yıl sürecek Ihlamur Kasrı Çocuk Sanat Atölyeleri’yle başlayıp farklı mekanlarda ve zamanlarda gerçekleştirdiğim diğer disiplinler arası sanat çalışmalarına kadar uzandı. Hatta bu projelerden biri kitaplaştı ve sahnelendi.

Bu arada siz de ÇYDD çalışmalarını yazın alanına taşıyıp Güney Doğu’da ve Doğu’daki kız öğrencilerle birlikte bir süre geçirerek Aydınlanan Yollar ( Kardelen Öyküleri) adlı kitabı yazmıştınız. Türkan Saylan’la gerçekleştirdiğiniz Yapıcılığın Gücü başlıklı nehir söyleşi ise bu yolda oldukça önemli bir çalışmaydı ve örnek bir kadın modeli olan Saylan’ı ülkemizde ve Almanya’da tanıtma yolunda önemli bir adım oldu. Tüm bunlar yine bizi birbirimize bağlayan kadın ve kız çocuk meselesine odaklı üretimler olarak gelişti. Şöyle ki ben de aynı yıllarda ÇYDD’nin Anadolu şubelerinde liseli kızlarla ‘’Her Kızımız Bir Yıldız Projesi’’ bağlamında onların içlerindeki gizil gücü ortaya çıkarmak üzere geliştirdiğim süreç drama çalışmaları yaparak şehir şehir dolaşıyordum. O kız çocuklarını tanımak, iletişim kurabilmek ve yaratıcı potansiyellerine tanık olmak, bu alandaki çalışmalara daha fazla katkıda bulunmam için beni hep güdüledi. Bu yolculuk şimdilerde kapanma dönemi koşullarında Beyoğlu Şubesi’ndeki gençlerle zoom üzerinden sürdürdüğüm toplumsal cinsiyet atölyelerine kadar ulaştı.

Bu mektubu yazarken belleğimin sürekli olarak bana hatırlattığı ve yüzümde hep bir gülümsemeyle anımsadığım sizin ve Nazan hanımın başlattığı Fethiye Sanat ve Kültür günleri var. Sanatçılar, eğitmenler, ve yazarlarla çok az kişinin birlikte aynı heyecanı paylaşabileceği bu özel günleri hala coşkuyla anımsıyorum.

Fethiye Kültür ve Sanat Festivali yoluyla çocuk, ergen ve gençlerle çalışmalarımız İstanbul dışına taşmış ve hepimizin gayretiyle sürdürülebilir hale gelmişti. Bu proje şehrin her tarafına ve okullara yayılan kolektif bir eğitim ve sanat seferberliğinin en önemli örneklerinden biriydi. Burada uzun yıllar birlikte üretmenin hazzı kadar yaşamın keyifli anlarını paylaştık ve birbirimizin kısa dönemli çalışmalarını da değerlendirebildik. Farklı disiplinlerden sanatçılar, yerel halktan öncü kişililer ve karşılaşmalarla büyüyen bu kolektif heyecan hepimizin yolunu açtı ve ülkemizin karanlık günlerinde alternatif eğitim modelleri ve sanat yoluyla çocuklara, gençlere dokunarak bizlere ve onlara umut oldu. Oradaki çocuklardan ve gençlerden aldığımız geri bildirimlerle İstanbul’a dönerken bazen yorgun ancak daha çok yapılacak işlerimizin olduğu bilinciyle yeni çalışmalar için yeni fikirler geliştiriyorduk.

Fethiye’de sizin çocuklar ve ergenler için kaleme aldığınız Düş Hırsızlarına Karşı adlı kitabınızı oyunlaştırma sürecimin benim için farklı bir anlamı var. Yaratıcı drama yöntemiyle çalışarak hem katılımcı hem de seyirci çocuklarda ve gençlerde bir farkındalık oluşturabilmek, içlerindeki gizilgücü ortaya çıkarma, kişiliklerini özgürleştirme yolundaki engelleri, toplumsal ve bireysel baskıları tanıyabilmeleri için bu romanı görselleştirmeyi denedim. Romanda Pembe, Nar ve Damla’nın hayallerine engel olmaya çalışan düş hırsızları sahnede somut karakterler olarak canlandığında kendi küçüklüğümden itibaren düşleri çalınan yüzlerce çocuk da kurguladığım bu sahnelerde sanki bana eşlik ediyordu. Katılımcı çocuklarla birlikte ezberci eğitim sistemi ve otoriter yapıları sorgularken, korktukça ve sustukça içimizde daha da büyüttüğümüz düş hırsızlarının, özellikle kız çocuklarının sosyalleşme sürecindeki etkisini çocukların kendi cümleleri ve yaratıcılıklarıyla ifade etme biçimleri beni ve sizi çok etkiledi. Kendileri düş hırsızlarını alt etse de yetişkinlerin ya da annelerininkiyle nasıl başa çıkacaklarını bilememeleri ve bu konuda düşünmeleri oldukça çarpıcıydı.

Bir başka ortak üretim alanımız da 2007 yılında başlayan ve hala sürdürmeye çabaladığımız bir dergi projesi. Üyesi olduğumuz Tiyatro Eleştirmenler Birliği ( TEB) bünyesinde sevgili Hasan Anamur’la birlikte farklı bir tiyatro dergisi çıkarma girişimi ve 13 yıl devam eden bu süreçte neredeyse her sayıya verdiğiniz katkılarla ve fikirlerle devam eden bir yolculuk oldu TEB Oyun. Editörü olduğum bu derginin hem yazı kurulu üyesi hem de yazarı olarak destek verdiğiniz ve birlikte hazırladığımız Dramaturji ve Tiyatroda Düşünsellik, Feminist Tiyatro, Belgesel Tiyatro vb. bir çok dosya dışında yazdığınız eleştiri yazıları, söyleşiler, inceleme yazıları ve kültürlerarası düzeydeki katkılarınız dergiye farklı boyutlar kattı. Dergi bağlamında en son çalışmamız ise yine toplumsal cinsiyet bağlantılı yeni bir eleştiri modeli geliştirmek oldu. 4 farklı kuşaktan kadın eleştirmenle sürdürdüğümüz, tartışma biçiminde ilerleyen bir oyun eleştirisi modelini ilk kez denedik ve bu yolla iki oyunu mercek altına aldık. Eleştirmenlerden biri olan başarılı öğrenciniz Eylem Ejder’le beni tanıştırmanız ve Eylem’in dergiye olağanüstü katkıları sonucu editör yardımcısı olmasının yanı sıra kariyer yolculuğunda da sonuna kadar onun arkasında olmamız ve yolunu açmamız kadın dayanışmasının ve gelecek kuşak kadınlara olan desteğimizin güzel örneklerinden biri. Ekonomik nedenlerle ve pandemiyle kesintiye uğrayan dergimizi geçtiğimiz günlerde dijital platforma aktarma kararımız ise yine hepimize umut oldu.

Dünkü telefon konuşmamızda ‘’bazı karşılaşmalar tesadüf değil’’ dediniz. Bunları yazarken bir kez daha düşünüyorum. Sizi tanımam bir yandan annelik sürecime de çok katkıda bulunmuş. Sizin ÇYDD bünyesindeki yaratıcı okuma projesi için seçtiğiniz çocuk kitapları ve yazarlar kızımın da okuma alışkanlığı kazanmasında büyük katkı sağladı. Ama unutamadığı ve en sevdiği kitaplar sizin yazdığınız ve ona hediye ettiğiniz Konuşan Çınar ve Gergedan Oyunu oldu. Otoriter, ezberci eğitim sistemine başından beri bir türlü alışamayan kızım Gergedan Oyunu’nda büyüklere ve onların dünyalarına küçüklerin gözünden bakan ve eleştiren Zeynep’le hemen özdeşleşti. Konuşan Çınar’daki Elif’le arkadaş oldu, günceler, öyküler, şiirler yazdı. Güzel çocuk kitapları sayesinde öykü alanında bir ödül bile aldı. Çocukluktan itibaren güçlü, ne istediğini bilen ve yeteneklerini geliştirebilecek olan Zeynepler ve Elifler ezberci eğitim sistemine alternatif doğru çocuk kitaplarıyla karşılaşırsa belki ufak da olsa bu ışıkla aydınlanabilirler. Bu nedenle çocuk edebiyatı alanına sizin verdiğiniz katkı da beni her zaman çok etkiledi. ‘’Keşke çocukluğumda ben de bu kitapları okuyabilseydim’’ dediğim zamanlar oldu ve fırsat buldukça çevremdeki çocuklara bu kitapları hediye ettim, ediyorum.

Diğer yandan, Nazan hanımın müzik ve görsel sanatlar alanındaki çalışmaları kızımın yeteneklerini keşfetmeye başladığım anda onu konservatuara ve aynı anda görsel sanatlara da yönlendirmemde önemli bir model oldu. Kızımın konservatuarı bitirip Sanat Tarihi bölümünü kazanmasını ilk kutlayan ve 18 yaşında onu yemeğe götürerek üniversite hayatının henüz başında büyük bir motivasyon kaynağı olan da İpşiroğlu ailesinin iki kuşak kadınları oldu. Sadece ben değil, kızım da yolunu çizerken annesinin çok değer verdiği, kendisinin de önce çocuk sonra da sanat kitaplarını okuduğu ve onunla yetişkin gibi iletişim kuran ‘’Nazan’’ ve ‘’Zehra’’ ile hep bir bağ kurdu. En büyük üzüntüsü Sanat Tarihi bölümünü dereceyle bitirip Edinburgh Üniversitesi’nden kabul aldığı gün Nazan hanıma ve size verdiği yemek sözünü tutamamasıydı çünkü ne yazık ki Nazan hanım artık aramızdan ayrılmıştı.

Tesadüflerin ne kadarı seçimlerle ilgili bilmiyorum ama 33 yaşımdaki bu karşılaşma benimle başlayıp, 4 yaşındaki kızımı da içine alan, siz ve sevgili Nazan hanımla birlikte 4 kuşak kadının yaratıcı, yapıcı ve etkileşim içindeki enerjisiyle dalga gibi yayıldı ve sadece benim hayatıma yön vermekle kalmadı, birlikte çalıştığımız yol arkadaşlarımızdan, dokunduğumuz kadınlara, çocuklara, okuyucu ve tiyatro izleyicilerine kadar genişledi ve umarım yeni kuşak kız kardeşlerimizle yayılmaya ve daha ileri gitmeye devam edecek.

Kadın kadının yurdudur. Biz bu yurdu eğitim ve sanat alanında eleştirel düşünce, sorgulamalar ve birbirimize ayna olduğumuz farkındalıklarımızla oluşturmuşuz. Yaratıcılık, yapıcılık ve dayanışma ise bu yurdun harcı olmuş. 1923 doğumlu Nazan hanımdan 68 kuşağı size, 80 kuşağı bana ve Gezi kuşağına denk gelen 90 doğumlu kızıma ulaşan ve aktarılan bu kadınlar arası sanatsal ve kültürel iletişim ve etkileşim benim için gerçekten çok anlamlı ve değerli. Önceleri Nazan hanımın ve sizin kitaplarınızı okurken, sizlerle birlikte üreten ve yazmaya başlayan ben, şimdi kızımın dergilerde çıkan yazılarını okurken ve küratörlüğünü yaptığı sergileri gezerken, geçmişte kurulan ve hala devam eden bu kadınlar arası dayanışma ve etkileşim ağını ve enerjisini bir kez daha yürekten hissedip hayata teşekkür ediyorum.

Birlikte daha nice yollar yürüyebilmek ve umudu çoğaltabilmek dileğiyle…

Tijen Savaşkan

İlgili yazılar
Yorum yapın

Your email address will not be published.Required fields are marked *