Bayrak fotoğrafı: Selçuk Demirel, Le Monde, 2014, Paris
Kırmızının üstünde bir hilal bir yıldız Türk bayrağı. Sonra yıldız ve hilal dönmeye başlıyor, yıldız sola doğru savruluyor, hilal sağa, yer değiştiriyorlar. Sonra her ikisi de içiçe girerek kırmızının içinde beyaz çizgiler oluşturuyorlar. Sonra iyice bulanıklaşarak kırmızının içinde dönüyorlar. Kırmızı zemin denizi çağrıştırıyor, yuvarlak beyaz çizgiler ise denizin üstündeki dalgaları. Kırmızının üstündeki beyaz çizgiler girdap gibi aşağıya doğru savruluyor. Türk bayrağı, kıpkırmızı bir kan denizi, girdap…Kırmızının acımasızlığı…
Selçuk Demirel’in bu resmini gördükten sonra evdeki bütün kırmızıları kaldırdım, beyaz kanepemin üstünde duran kırmızı yastıklarımı, çalışma masamın üstündeki kırmızı kalemlerini, geceleri hoş bir ışık veren kırmızı lambamı, kırmızı kaplı not defterlerimi, kırmızı kedili kahve fincanımı, meğer ne kadar çok kırmızı varmış evimde.…Kırmızıyı görmeye tahammül bile edemiyorum bugünlerde, oysa en sevdiğim renktir kırmızı. Yaşam sevincini simgeler, içimizdeki ateşi, coşkuyu, enerji ve güç verir insana.
Çocukluğumdan beri aşığım kırmızıya… Bundan yarım yüzyıl önce Fenerbahçe Dalyan’da deniz kıyısında uçsuz bucaksız tarlaların kuşattığı bahçeli bir evde geçen ilk çocukluk yıllarım…Kışın giydiğim mantom ve çizmelerim kıpkırmızı. Annemin diktiği kırmızı şortum yazın üstümden hiç çıkmıyor. Kırmızı gelincik tarlaları baharın geldiğini haberliyor. Ya bahçedeki kırmızı güllere ne demeli? En sevdiğim meyveler kiraz, çilek, karpuz da kırmızı…Kırmızı yaşamın, yaşam sevincinin, tadın, hazzın rengi.
Her yer bayrak, her yer kıpkırmızı….
Temmuz 2016: Taksim meydanı kıpkırmızı, dev büyüklüğündeki Türk bayrakları bütün gökyüzünü kaplamış gibi. Sakallı bir adam, Türk bayrağını bir önlük gibi boynundan bağlamış, elinde bir kemer yerde yığılı askerleri dövüyor, çevrede can güvenliğini sağlama görevini yapacak olan emniyet görevlileri olayı soğukkanlılıkla seyretmekte. Ellerinde bayrakları savuran birkaç adam yerde yatan bir askeri kuşatmışlar. Askerin gözleri korkudan yerinden fırlamış, yüz ifadesi insanın belleğine yerleşip kalıyor…Kırmızı bayraklar savrulurken şiddet adım adım yükseliyor. Bayrak ve coşku…Bayrak ve öfke…Bayrak ve şiddet…Bayrak ve kan…Hilal ve yıldız simgeleri bir girdap gibi kırmızının içinde yitip gidiyor.
15 temmuz 2016’da darbe girişimini durdurmak için sokağa dökülen halk çığırından çıkmış gibi. Camilerden tekbir sesleri yükselirken bayraklar gökyüzüne doğru savruluyor. Evler, arabalar her yer bayrak dolu. Kısa bir sürede yüz milyon bayrak satılıyor. Bayrak satış rekorları kırılırken yirmi dört saat üretime geçen bayrak üreticileri bu tempoya ayak uydurmaya çalışıyorlar. Gece yarısı gençler savrulan bayrakları, birbirine karışan motor, korna ve tekbir sesleriyle mahallede dolaşıyorlar. Arabalardan sarkan genç kızlar bayrakları başörtüsü gibi bağlamışlar, delikanlılar süpermen pelerini gibi sırtlarına atmışlar. Bayrak anonim bir kalabalığı giderek coşturuyor.
Her yer bayrak, her yer kıpkırmızı….
Üç darbeyi yaşamış biri olarak dördüncü darbenin ne büyük bir yıkıma yol açacağını çok iyi biliyorum. Darbe gerçekleşseydi ne olurdu düşünmek bile istemiyorum. Uçurumun kenarından döndük darbenin durdurulmasıyla….Ama halkın sokağa dökülmesini, kırmızı bayraklarla kutsanan şiddetin boyutlarını, darbecilerin internette dolaşan işkence resimlerin kabul etmek kolay değil. Darbe girişimin engellenmesinden sonra olaylar öylesine başdöndürücü bir hızla gelişiyor ki neye uğradığına şaşırıyor insan.
Her yer bayrak, her yer kıpkırmızı….
Nedir bayrak demokratik bir ülkenin göstergesi mi, yoksa kan, mücadele, savaş, zafer ve ölümün göstergesi mi? Kısaca, kolektif bir totaliter bir eğilime mi işaret ediyor? Ne söylüyor, ne ifade ediyor bizim için? Bebekliğimizden beri bayraklarla yetiştik, bayraklarla büyüdük, bayraklarla bütünleştik…Bayrağı içselleştirdik, kimliğimiz yaptık. Bunu da “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türkün Türkten başka dostu yoktur”gibi sözlerle pekiştirdik.
Alman televizyonunda Türkiye’de darbe girişimi sonrasında bayraklarla kutlamalarla ilgili bir vatandaş şöyle diyor.”Demokrasi zaferini kutluyoruz. Öyle bir heyecan, öyle bir aidiyetlik duygusu içindeyiz ki bunu ne yazık ki hiçbir Alman’ın anlaması mümkün değil.”