İçinden Tiyatro Geçen Mektuplar’daki (E Yayınları) mektuplaşmalar insana, sanata, hayata incelikle, zarafetle, bilgelikle, bakan iki dostun kaleminden çıkan metinlerden oluşuyor. Zehra İpşiroğlu ve Eylem Ejder’in tiyatroyu odağa alarak başladıkları eleştiri pratiği, iki yılı kapsayan bir zaman içinde tüm yaşamı kavramaya yöneliyor. Zamana ve mekâna dair en çok da taşlaşmış yargılar, ayrıştırıcı duvarlar, dışlayıcı politikalarla insan eliyle üretilmiş tüm sınırları aşarak birlikte düşünmenin birlikte üretmenin estetiğini ortaya koyuyor.
DÜŞÜNSEL BİR ALIŞVERİŞ
– İçinden Tiyatro Geçen Mektuplar, iki yılı aşkın bir süreye yayılan, farklı zamanlara açılan, farklı mekânları kuşatan, farklı görüşleri sınayan, özverili ve derinlikli bir diyaloğun yansıması olarak çok değerli bir proje. Sizin için bu fikir nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
ZEHRA İPŞİROĞLU: Yıllardır tiyatrocu arkadaşlarımla ve öğrencilerimle hiç bitmeyen bir düşünsel alışveriş içindeyim. İzlediğimiz oyunlar ya da kendi yaptığımız çalışmalar üzerine hep konuşuruz, tartışırız. Eylem, tartışmalarımızı belgeleme fikrini ortaya attığında hoşuma gitti. Ama şöyle de bir kaygım vardı, bol görsel malzemenin paylaşıldığı Instagram döneminde mektup ya da daha doğrusu e postaya insanlar ilgi gösterebilecekler miydi?
EYLEM EJDER: TEB Oyun Dergisi için bazı denemeler yapıyordum. Bunlar tiyatro üzerine yazmanın deneysel, sanatsal ve kolektif yollarını geliştirmekle ilgiliydi. Mektuplaşmanın iki kişi arasındaki karşılıklı hâli, düşünceler kadar duyguları da harekete geçiren samimi, dolaysız bir form olması hoşuma gidiyordu. Mektuplaşarak tiyatrodan konuşmak tiyatro üzerine düşünme pratiğimizi nasıl dönüştürür diye merak etmiştim. Farklı şehirlerde yaşayan, farklı kuşak ve ailelerden gelen yazarlar olmamız nedeniyle Zehra İpşiroğlu’na mektuplaşmayı önerdim.
Zehra Hoca’nın, bu denemenin okuru olacak mı, mektuplaşma genç kuşağın ilgisini çekecek kadar etkili bir ifade alanı mı diye endişeleri olsa da mektuplaşmaya başladık. Ve daha ilk mektuptan hiç de sandığımız gibi olmadığını gördük.
MEKTUPLARIN ORTASINDAN GEÇEN SALGIN DENEYİMİ
– Mektuplarda tiyatrodan köklense de neredeyse hayata dair her şeyi içeren eşit, müzakereci, yaratıcı bir iletişiminiz var. Bu diyaloğun ve sürecin sizdeki yansımalarını öğrenebilir miyiz?
EJDER: Başlangıçta, mektuplaşarak izlediğimiz tiyatro oyunlarından ya da tiyatrodaki güncel gelişmeler, temalar, arayışlar gibi konulardan konuşacaktık. Sonra bu süreç sadece tiyatro üzerine konuşmayı değil, tiyatroyu da aşarak, yaşamla, iç dünyamızla giderek daha dolaşık, iç içe bir hal alan deneyime dönüştü. Hayatımıza değen ne varsa, yolu tiyatroyla kesişerek mektuplarımıza girmeye başladı. Çocukluk, anılar, aile, ektiğimiz çiçekler, umutlar, beklentiler, bazen de hüzün… Mektupların ortasından geçen koca bir salgın deneyimi sadece tiyatroyu değil, bir araya gelmenin tüm koşullarını değiştirmeye başlamıştı. Yaşam hızla değişirken biz de mektuplaştığımız süreçte değişmeye başladık.
Kendi adıma hesapta olmayanla karşılaştım. Zehra Hoca’ya mektuplaşmayı ve bunları yayınlamayı önermiş olsam da aslında kapalı taraflarım çokmuş. Bir de başkalarının okuyacağını bildiğiniz mektuplar yazmanın ve yayınlamanın zorlukları vardı benim için. İnsanın, kendini başkalarına açmasının kırılgan yanları belki de. En çok bu duyguyla baş etmenin yollarını öğrendim.Kabuğundan çıkan salyangoz gibi zamanla, telaşsızca ve inatla ben de Zehra Hoca’yla beraber bu konuda yol almayı öğrendim, öğreniyorum hâlâ.
EKOLOJİ, TOPLUMSAL CİNSİYET, FEMİNİZM, KÜLTÜRLER VE DİSİPLİNLERARASI ETKİLEŞİM
İPŞİROĞLU: Tiyatro ve yaşamın iç içe geçmesi benim açımdan da yol açıcı bir deneyim oldu. Yoğun bir çalışma temposunun içinde bile olsam Eylem’den mektup geldiği anda ona cevap yazarken yakalıyordum kendimi. Her şey öyle doğal gelişiyordu ki. Öte yandan mektupların herkese açık olması da bizleri sınırlamıştı.
Sonuçta ekoloji, toplumsal cinsiyet, feminizm, kültürler ve disiplinlerarası etkileşimler, tiyatroda farklı alımlama boyutları, dijital tiyatro gibi herkesi ilgilendiren ortak konularda odaklaşıyor, laf ola bir şeyler yazmaktan kaçınıyorduk. Aslında ben her zaman sanatla yaşamı bir bütün olarak görürüm, tiyatro vb. yazınsal çalışmalarım gücünü yaşamdan aldığı gibi akademik çalışmalarımda da bu çizgi sürüyor. Mektuplaşma da bu sürecin doğal bir parçasıydı sanki.
İPŞİROĞLU: ‘MEKTUPLAŞMA, BİRLİKTE YOLA ÇIKMAYA BENZİYOR!’
Bu projede benim en hoşuma giden diyaloğun tılsımlı gücü oldu. Sevdiğiniz, değer verdiğiniz birine yüreğinizi açtığınız anda sadece düşünceleriniz değil bilinçaltının derinlerinde yatanlar da su yüzüne çıkmaya başlıyor…
Mektuplaşma, birlikte yola çıkmaya benziyor. Bunu herkesle kolay kolay başaramazsınız, almaya ve vermeye açık olmanız gerek. Aslında diyaloğu engelleyen en büyük tehlike egonuzun bir tür narsisizme dönüşerek kendi başına bağımsızlık kazanması ki buna sanat ortamında ne yazık ki sık sık tanık oluyoruz.
EJDER: ‘MEKTUPLAŞMANIN GÜZEL TARAFI BİR DİNLEYENİNİZİN OLMASI, SİZİN DE İYİ BİR DİNLEYİCİYE DÖNÜŞMENİZ’
– Sizin de belirttiğiniz gibi, Covid-19 öncesinde başlattığınız mektuplaşmaları Covid-19 sonrasında da Mimesis’te yayımlamaya devam ettiniz. Mektuplaşmalar kitaplaştırıldığı anda da bir dönemi belgeleyen çok değerli bir kurgu oluştu. Mektuplaşmayı sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
İPŞİROĞLU: Birbirimizle diyalog kurmak, duygularımızı ve düşüncelerimizi böyle bir akış içinde yakalamak hem de tiyatro başta olmak üzere sanatın her alanına yer vermek açısından bunu çok isterdim.
Mektuplaşmaya başlamadan önce insanların birbirlerini dinleme yetilerini giderek yitirerek birer ego firmaya dönüştükleri bir dönemde mektuplarımıza ilgi gösteren gerçekten olacak mı gibi bir kaygım da vardı ki yersiz olduğunu anladım. Mektuplara geri dönüşler oluyordu çünkü. İçlerinden bana göre en değerlisi kitabımızın editörlüğünü üstlenerek sizin bu projeye heyecan duymanız olmuştu. Demek ki birilerine dokunabilmiştik.
EJDER: Bugün yaşadığımız sorunların başlıcası birbirimizi dinlemiyor oluşumuz. Mektuplaşmanın güzel tarafı bir dinleyeninizin olması, sizin de iyi bir dinleyiciye dönüşmeniz. Mektuplaşmak kendimize, birbirimize ve yaşama özen göstermenin, şefkatle yaklaşmanın en güzel yollarından biri. Biz buna bir de eleştiriyi katmak istedik. Dinlemenin özen ve şefkat kadar eleştirel bir duruşu geliştirdiğini.
Bu süreçte okurlarımız arasından çok güzel dostluklarımız, yeni iş birliklerimiz oluştu. Örneğin, bir mektubumuz müzisyen Banu Kanıbelli tarafından salgın döneminde şarkı oldu, Ada Müzik’ten yayınlandı. Banu ve benim aramda “Şarkılara Mektuplar” adını verdiğimiz, yine mektuplar üzerinden ilerleyen başka bir oluşumun başlamasına esin oldu. Bize ulaşan kimi mektup okurlarıyla mektup arkadaşı oldum.
En büyük kazanım mektupların kitaba dönüşmesinde emeği ve desteği çok olan seninle olan karşılaşmamız ve dostluğumuz oldu. Eylem ve Zehra arasındaki mektuplaşma kısa zamanda bir sarmaşık gibi büyüdü, yayıldı. Hayatı mektuplarla karşılamak, bunu sürdürmek dönüştürücü ve güzel bir pratik.